“Derinlemesine hasta bir topluma uyum sağlamak bir sağlık ölçütü değildir.”  (Jiddu Krishnamurti)
Alıştıra alıştıra söylemenin bin bir çeşit yolu var elbette ancak şok edici gerçekleri bazen lafı dolandırmadan söylemek gerekiyor. Kadınların memeleri var.
Bazı gerçekler onlara gözlerimizi kapadığımızda yok olabilirler, hepimiz hayatlarımızın bir bölümünde tanıklık etmişizdir buna. Oysa kadınların memeleri vardır ve bu gerçek gözlerimizi her kapayışımızda büyüyerek karşımıza dikilir. Memeler evet… Yok saymayı denesek de gözlerimizi her kapayışımızda karşımıza dikiliveren memeler… Bütün dünyanın yok saymasını istediğimiz memeler… Ne kadar sıkı örtülürse örtülsün, orada olduğundan bir an dahi şüphe duymadığımız memeler…
Bir kez yüz yüze geldiğimiz vakit en derinimiz ve en sığımız arasındaki farkları silikleştiren memeler… Bir kez kendisinden söz açtığımızda konuya nereden girip nereden çıkacağımızı asla bilemeyeceğimiz memeler… Yanlış zamanda ve yanlış yerde onları görünür kılacak olursanız başınıza boyundan büyük işler açacak olan memeler…
Diyelim ki 19 yaşındasınız ve bir çift memeniz var diye bütün toplum sizin üzerinizde hak sahibi olduğuna inanıyor. Ne giyip ne giymeyeceğinize, ne yiyip ne içeceğinize, nasıl davranacağınıza karar verme hakkını kendilerinde buluyorlar. Sizi tanıyıp tanımamaları, ihtiyaç ve özlemleriniz hakkında bir fikir sahibi olup olmamaları tamamen önemsiz… Kendi algı biçimleri, referansları, inanışları herkesin biat etmesi gereken mutlak gerçeği oluşturuyor ve bu mutlak gerçeğe ahlak dedikleri zaman, ulusal çıkarlar dedikleri zaman, gelenek dedikleri zaman tek tek her bireyin bu parantezin içinde kaybolması zorunluluğu doğuyor. Bu parantezin içine girmeyen her birey, her tutum, her yaşam tarzı da bastırılması gereken bir isyana, yok edilmesi gereken bir düşmana dönüşüyor.
Tam bu noktada geliştirebileceğiniz her küçük itiraz toplum yaşantısı için bir tehdide dönüştüğü içindir ki; kendi yaşamınız üzerindeki her hak talebiniz şiddetle bastırılmaya aday hale geliyor.
İşte Tunus’lu 19 yaşındaki Amina’nın başrolünde olduğu hikâye tam bu noktada hepimizin hikâyesidir. Bastırılmak, parantez içine alınmak ve yok edilmek istenen herkes kadar, bastırmak, parantez içine almak ve yok etmek isteyen herkesin hikâyesi…
Peki aslında orada neler oluyor?
Ahlakın Uzun Elİ
Ahlak, Arapça hlk kökünden gelen ve en geç on dördüncü yüzyıldan beri dilimizde yer etmiş bir kelimedir. Arapçada yaratma - yaratılış sözcüğünün çoğul halini içerir. Aramice pay etme, düzeltme, düzenleme anlamına gelen halak’tan türemiştir. Halk, hilkat, mahlûk, halayık da yine aynı kökten gelmektedir. Kelimenin batılı karşılıkları moral ve etik ise eğilimli olmak, görgü gibi anlamlar taşımaktadır. Yaratılış, eğilimli olmak, görgü… Tamamı gelenekselliğe atıf yapan, değiştirilemeyeceği var sayılan bu değerler bütününe verdiğimiz isimdir ahlak. Dönüp dolaşıp aynı yere gelmemiz tesadüfî olmasa gerekir. Başka türlü bir dünya mümkün mü? Her şeyin başka türlü gelişmesi olasılıklar dâhilinde midir? Çoğunluk her zaman haklı mıdır? Bir şeyin tarihini ne kadar eskiye götürürsek o şeyin yıkılmazlığını o denli garantiye almış mı oluruz?
Yani 19 yaşındaki Tunus’lu Amina kendi memeleri üzerinde dini otoritelerden daha az hak sahibi olabilir mi gerçekten? Amina’nın memelerini görünür kılması nasıl oluyor da taşlanarak öldürülmesini istemekten daha kötü bir davranış olarak kabul görebiliyor? Nasıl oluyor da Amina’ya destek vermek için memelerini görünür kılan kadınlar “ahlaksız” kabul edilirken, bu kadınların tamamına sopa sallamak, “memelerinizi kesip köpeklere yedireceğiz” diyebilmek ahlaki kabul edilebiliyor?
Bu işte 1 (yazıyla bir) yanlış yok mu? Kendi sorumuzun cevabını kendimiz tereddütsüz verebilme yeteneğine sahibiz elbette. Yok! Bu işte 1 yanlış yok. Her şey baştan aşağıya yanlış… Boydan boya yanlış… Tepeden tırnağa…
Bir algı biçimini, bir değerler sistematiğini, bir inancı herhangi bir çoğunluğun benimsiyor olması bu algı biçiminin, değerler sistematiğinin ya da inancın doğruluğuna işaret edebilir mi? Norm koyucu çoğunluğun sahip olduğu yaptırım gücü,  normal olanın meşruiyetini sorgulamamıza engel midir? Çoğunluğun ahlakına uymayan her tutum, yaşam tarzı ve yönelim sapkınlık mıdır? Hoşgörüsüz topluluklarla hoşgörülü topluluklar arasında ciddiye alınabilir ayırt edici bir fark var mıdır? Kendi yönelimlerini, yaşam tarzlarını, ilkelerini, fiziki ve ruhsal bütünlüklerini, hayallerini savunabilmek adına norm koyucu kalabalığın karşısına dikilmek aptallık mıdır? Azınlıkta kalan inançlarınıza, yaşam tarzınıza, ilkelerinize, fiziki ve ruhsal bütünlüğünüze, fail olma hakkınıza an be an tecavüz eden bir topluma meydan okumak ahlaksızca mıdır? Sağ tarafınıza atılan tokada karşılık sol tarafınızı dönmek yerine aynıyla cevap vermek yanlış mıdır? Bir topluluğun içine doğmuş olmanız o topluluğun gelenekleri, inançları ve algı biçimlerini sürdürmenizi zorunlu kılar mı? O topluluğa dâhil olmaktan başka bir seçenek yok mudur gerçekten? Başka bir geleneği, başka bir inancı, başka bir algı biçimini yaşatmak, başka bir ahlakı tasavvur etmek imkânsız mıdır?
19 yaşındaki bir kadının kendi memelerini görünür kılıp kılmaması koca bir toplumun kendisini saldırıya uğramış addetmesine neden olabiliyorsa ve bu “mağduriyetin” karşılığında, kendi hayatı üzerinde söz hakkı sahibi olmak dışında bir talebi olmayan bu kadının hayatı elinden alınmak isteniyorsa buradan çıkarabileceğimiz tek sonuç, o toplumun derinlemesine hasta olmasıdır. Ve orada norm hastalıktır. Sağlıklı düşünme kapasitesine sahip her birey ve topluluk, derinlemesine hasta bir toplum için yok edilmesi gereken bir tehdit kaynağı olarak algılanacaktır. O halde bir kötü haber daha vermenin tam sırası: Gözlerinizi kapatıyor olmanız derinlemesine hasta bir toplumun içine doğmadığınız anlamına gelmez. Zira kadınların memeleri vardır ve biz istesek de istemesek de, kabullensek de kabullenmesek de, dinimiz, töremiz, yasamız, kültürümüz cevaz verse de vermese de kadınların memeleri var olmaya devam edecektir.
Ahlakın İki Yüzü
Amina’nın memeleri Tunus’u karıştırmışken, Mısır’da başka şeyler olup bitiyordu. Başta devrimin merkezi Tahrir Meydanı ve çevresi olmak üzere sokakta iffetsiz dolaştığı düşünülen kadınlar, Hıristiyanlar, Müslüman Kardeşler’e muhalefet eden kadınlar sık sık cinsel saldırılara maruz kalıyorlardı. Sokak ortasında soyularak memeleri ve cinsel organları jiletlenen, tecavüze uğrayan kadınlardan söz ediyoruz burada… Ve bu olayların hiçbiri "bastırılmış cinsellikleri" yüzünden çılgına dönmüş adamların tekil eylemleri değildi. Kadınları sokaktan çekmek için yapılan planlı ve sistematik eylemlerdi bunlar.
https://youtu.be/KZyo74ESr2s
Ve bu tecavüzcü sürüsü o kadar pervasızdı ki bu vahşeti kayda alıp dünyaya yaymaktan da çekinmiyorlardı. Zaten amaç caydırıcılık değil mi?
Öte yandan sokakta bunlar olurken Mısırlı din “alim”leri 14 yaşındaki kız çocuklarıyla evlenmenin ya da ölmüş eşle ilk altı saat içinde cima etmenin caiz olduğunu söyleyebiliyorlardı.
Fakat Müslüman Kardeşler iktidarından önce de tablo pek farklı sayılmazdı, ve Müslüman Kardeşler’i iktidardan indiren askeri faşist darbeyle de bir şey değişmedi. Zaten Müslüman Kardeşler'i protesto için sokağa dökülen Hüsnü Mübarek'in "baltacılar"ının meydandaki toplu tecavüzleri kameralara yansımamış mıydı?
Pekii biz farklı mıyız?
Ölüye tecavüzün yasal hale getirildiği, sokakta kadınlara toplu tecavüzün meşru görüldüğü topluluklara çuvaldızı batırırken elbette iğnemizi hazırda tutmamızın bir zararı olmasa gerek. Zira ölülere tecavüzü yasal ve meşru görmüyor oluşumuz da derinlemesine hasta bir toplumda yaşıyor olmadığımız anlamına gelmiyor ne yazık ki…
Tecavüz Cumhuriyeti
Sadece son yıllarda medyada yer alan haberleri alt alta sıralamak bile Türkiye’de halimizi ahvalimizi anlatmaya yetip de artmalı aslında… İşte o haberlerden bazıları:
Giresun’da bir yatılı okulda 14 yaşındaki erkek öğrenciye dört yıl boyunca 65 erkek öğrencinin tecavüz ettiği ileri sürüldü. Tecavüz olayları çocuk 10 yaşındayken başladı ve 14 yaşına geldiğinde olay savcılığa intikal edebildi. (Habertürk – Haziran 2012)
Nevşehir’in Ürgüp Boyalı Köyü’nde 5 yaşındaki E.K. adlı kıza üvey dayısı 25 yaşındaki A.Ü. tecavüz etti. A.Ü. ile tecavüzü öğrenen (çocuğun) anneannesi 55 yaşındaki H.K.’nın minik kızın cinsel organını maşa ile dağladıktan sonra küçük kızı merdivenden attıkları… (Milliyet –  Ocak 2012)
Balıkesir’de 16 yaşındaki zihinsel engelli çocuğa 44 gün boyunca tecavüz eden üç kişi yakalandıktan sonra serbest bırakıldı. (Akşam – Temmuz 2013)
Afyon’da daha önce tecavüze uğradığı için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesindeki “çocukevi”nde “koruma altına alınan” 6 kız çocuğunu pazarlayan ve bunlarla para karşılığı birlikte olan 30 kişi yakalandı. (Radikal – Ocak 2014)
Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde bir kız çocuğuna 8 yaşından itibaren 7 yıl boyunca tecavüz eden 20 kişi yakalandı. Tecavüzcüler arasında çocuğun ağabeyi de var. (Taraf – Mayıs 2015)
Artvin’in Yusufeli ilçesindeki İmam hatip Lisesi öğretmeni erkek çocuklara 14 yıldır tecavüz etmekte olduğu ortaya çıkınca tutuklandı. (Birgün – Mart 2016)
Ve Karaman… Hikâyeyi özetlemeye gerek olmamalı…
Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü rakamlarına göre Türkiye’de 1986 – 2002 yılları arasında taciz ve tecavüze uğrayan çocuk sayısı 77.674
Toplum değerlerinin, ahlakın, İslam’ın gözümüze gözümüze sokulduğu 2003 – 2014 yılları arasında ise 122.574 çocuk taciz ve tecavüze uğradı. 2015 ve 2016 rakamlarını henüz bilmiyoruz ve bu rakamlar sadece yargıya intikal etmiş çocuk istismarlarını içeriyor.
Listeyi uzattıkça uzatmak mümkün elbette. Yedi yaşındaki kızına tecavüz eden babalar, engelli kızına tecavüz eden babalar, boşanan kızına tecavüz eden babalar, yeğenlerine tecavüz ederek hamile bırakan ve yargı organları tarafından beraat ettirilen dayılar. Tecavüz sonucu hamile bıraktığı öz kızının bekareti bozulmadığı için tecavüzden değil basit istismardan ceza verilen babalar… Sakarya’da 14 yaşındaki çocuğa tecavüz edip tutuksuz yargılanan polis şefleri… Kadın erkek demeden bütün cemaati elden geçirip “badeleyen” şeyhler ve kendilerini şeyhe badelettirdikleri yetmezmiş gibi eşlerini, yengelerini, kız kardeşlerini badeletmeye götüren adamlar… Ve son on yılda devlet eliyle topluma muhafazakâr yaşam tarzı pompalanırken tecavüz olaylarında yaşanan patlama… Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre her üç kadından biri aile içi şiddete maruz kalıyor.
Yaşadıkları fiziksel ve cinsel şiddeti hiç kimseye anlatamayan kadınların oranının yüzde 48 olduğu düşünülüyor.  Fiziksel ve cinsel şiddet mağdurlarının yüzde 92’si ise polise, savcıya ya da konuyla ilgili sivil toplum örgütlerine başvurmuyor…
Yüzde yetmişinin kendisini milliyetçi - muhafazakâr olarak tanımladığı bir toplum için bu rakamlar şaşırtıcı mı gerçekten? Her gün ortalama üç kadının “namus” cinayetine kurban gittiği bir ülkede son beş yılda her yıl ortalama 20 bin kadının ve 18 bin çocuğun cinsel saldırıya maruz kalıyor olması bize ne anlatıyor?  On binlerce internet sitesinin toplum ahlakı adına engellendiği bir ülkenin Google verilerine göre 2001 - 2012 yılları arasında porno içerikli taramalarda birinci olması, dil bazındaki taramalarda ise Türkçe’nin dünya ikincisi olması neye yorulmalı?
Oysa Ahlakın iki yüzünden söz ederken “oh ne çok porno arıyomuşuz” demekle de yetinmeyeceğiz elbette. Zira porno var porno var… 2004 yılının verilerine göre Türkiye’deki internet kullanıcılarının yüzde 65’i porno film izleme amacıyla internete bağlanıyor ve polisin tespitlerine göre interneti ekseriyetle porno izlemek için kullananların yüzde 40’ı çocuk pornosunu tercih ediyor. Porno sitesi PornMD’nin 2013 yılı Mart ayında yayınladığı istatistiklere göre ise Türkler en çok şu on kelimeyi kullanarak bu site üzerinden içerik arıyormuş: Turkish, Mom (anne), teen (genç, ergen), Turk, anal, mature (olgun), rape (tecavüz), amateur, Turkish gay, milf (olgun ve çocuklu kadın)…
Biz yine başladığımız yere dönelim: Kadınların memeleri var. Bunca olan biten şeylerin yanında kabul edilemez görünen tek gerçek… Ve bugünlerde ne zaman memelerden söz edecek olsak ilk akla gelen şeylerden biri de Femen oluyor. Tunus’lu Amina’nın memelerini görünür kılmaya karar vermesi ve ikiyüzlü ahlak bekçilerinin onu hedefe çakmasının ardından Femen’in meseleye el koyması elbette kimse için şaşırtıcı olmayacaktı. 2012 Nisan ayında Yeni Harman okurları için Femen’den bahis açtığımda Femen Ukraynalı bir örgüttü. Aradan geçen dört yılda ise Amina ile dayanışma kampanyası sayesinde gördük ki bugün neredeyse bir meme enternasyonaline dönüşmüş durumdalar. Elbette profesyonel eylemcilerden oluşan bir örgütten bahsettiğimiz düşünülürse Femen’in halen oldukça az sayıda aktiviste sahip olduğunu söylemek gerek. Ancak artık pek çok ülkeye yayılmış olduklarını, her an her yerde karşımıza çıkabileceklerini de bilmekte fayda var.

Fotoğraf: Erdinç Yücel - 4 Nisan 2013

Belki de başkalarının hayatları ve bedenleri ile kendi sınırlarımız arasında kurmayı bir türlü beceremediğimiz o denge hakkında konuşurken Femen bir çeşit can simidi görevi görüyordur. Politik “doğrular”ı sıralarken kendi pozisyonumuzu hiç bozmadan doğru şeyler söylemiş olmak ne huzur verici değil mi? Ve sonra gelsin sorular… Memelerini açmak özgürlük müdür? Memeleri kadınları özgürleştirebilir mi? Bunun adı teşhircilik değil midir? Kadınlar ulu orta memelerini açıp onları seyirlik birer malzeme haline getirmekle kadın bedenini metalaştıran eril algıya hizmet etmiş olmazlar mı? Gibi gibi…
1 Mayıs’ta Soyunan Anarşİstler Ve Başka Bazı Sorular

Durup dururken kadınların memeleri olduğunu bize tekrar hatırlatan ise 1 Mayıs’ta polisin bedenlerini mıncıklanmasını istemeyen anarşistlerin üstlerini çıkararak arama noktalarından geçmesi oldu. Taş çatlasın 40 – 50 kişilerdi. Aralarında birkaç kadın vardı. Kıyamet de bu yüzden koptu zaten. Zira erkeklerin üstlerini çıkararak eylem yapması bizde de pek tartışılacak bir konu değildir. Bergamalı köylülerin yıllarca süren siyanürlü altın karşıtı mücadelesine en soğuk bakanların dahi üstsüz erkek köylülerin bu eylemlerine sempatiyle baktığı hala akıllardadır.​​​​​​​

Eugène Delacroix - Halka Yol Gösteren Özgürlük

Pekii bizim solculardan ne haber? Onlar da 1 Mayıs’ta kadın memesi görmüş olmaktan dolayı yaşadıkları mağduriyeti uzun yıllar anlatsalar yeridir. Sanki Fransız İhtilalinde sağ memesi açıkta resmedilen Marianne imajını mücadele sembolü olarak benimseyen kendileri değilmiş gibi… Gezi günlerinde İstiklal’de çırılçıplak soyunup polisin üstüne yürüyen erkeğe sempatiyle bakanlar şimdi 1 Mayıs kutlamasında meme görmüş olmaktan dehşete kapılıyorlar. Kusura bakmayın ama ikiyüzlü toplum ahlakının çok da dışına çıkmış gibi görünmüyorsunuz “solcu” kardeşler…
Oysa kadınların memeleri vardır. Siz isteseniz de istemeseniz de… Marianne ile İzmirli anarşist kadını ayıran da en ufak bir farklılık yoktur burada. Pekii neden bu ikiyüzlülük? Başkasının bedenlerine bu denli burnunu sokabilme cesareti nereden geliyor? Bir çift memenin orta yerde görünür olması sizi neden bu kadar “mağdur” ediyor?
Bütün bu hikâyenin aslında sınırlarla ilgili olduğu gerçeğine gözümüzü kapattığımız sürece bu soruların cevapları da açık gibidir. “Meme açmayı özgürlük olarak görüyorlar”, “mücadeleyi sulandırıyorlar”, “tam kendimizi canımız ciğerimiz halkımıza anlatıp onları devrim saflarına katacakken memeleriyle araya giriyorlar.”
“Meme özgürlük değildir” dediğiniz zaman o kadar haklı bir söz söylemiş oluyorsunuz ki kimse bunun konuyla ne ilgisi olduğunu sormayı akıl edemiyor bile… Evet meme özgürlük değildir, meme memedir… Tıpkı onun gibi, el, ayak ya da saç da özgürlük değildir. Ama başkalarının senin eline, ayağına, saçına, memene, böbreğine müdahale edip durması hadsizlik ve zorbalıktır. Bütün mesele de budur zaten…
Bir sabah bütün insanlığın kafasına bir taş düşse ve hepimiz anadan üryan sokaklara dökülsek özgürleşmiş olmayacağız. Alman Başbakanı Merkel’in ya da Venezuela’nın ilk kadın bakanı olan Alejandra Benitez’in çıplaklığının kimseyi özgürleştirememesi gibi… Ve sanırım gerçeklik algısı minimum seviyede çalışabilen hiç kimse de böyle bir iddiada bulunmuyordur zaten. Hayır memeler bizi özgürleştirmiyor. Sevişmek, dans etmek ya da rakı içmenin hiçbirimizi özgürleştirmediği gibi… Bütün mesele, hayatlarımız ve elbette bedenlerimiz üzerinde başkalarının (özellikle de devlet, aile, hükümet, yargı gibi kurumların) söz hakkı sahibi olup olmamasıdır. Kendi sınırlarımız hakkında, kendi hayatlarımız hakkında, kendi bedenimiz hakkında biraz olsun söz hakkı sahibi olup olmamamızdır mesele…
Tecavüzcünün, gardiyanın, hâkimin, cellâdın, polisin, Mısırlı din adamının, Vatikan’daki rahibin, Paris’teki moda editörünün, Pentagon’daki güvenlik uzmanın, İsviçre’deki banka patronunun, Çin’deki parti sekreterinin, Urfa’daki ağanın, İstanbul’daki medya patronunun, Ankara’daki hırsızın falan filan bin bir araçla saldırıp durduğu hayatlarımızda birer figüran olmayı kabullenip kabullenmemektir… Hasılı derinlemesine hasta bir topluma uyum sağlamak ya da sağlamamaktır bütün mesele…
Ve kadınların memeleri vardır. Yalnızca Tunuslu Amina’nın değil, Ukraynalı İnna’nın değil, Fransız Marianne’ın değil, İzmir’de arama noktasından üstünü çıkararak geçen isimsiz anarşistlerin değil… Komşularımızın, arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin de memeleri vardır… Ve on yılda 122 bin çocuğu istismar eden hasta bir toplumun ikiyüzlü ahlakı kabul etse de etmese de bu gerçeği değiştirebilecek hiçbir yasa, hiçbir kurum, hiçbir baskı aygıtı yoktur yeryüzünde…
Erdinç Yücel - 3 Mayıs 2016

You may also like

Back to Top