KEŞFETMEK İÇİN BAKMAK

Her büyük keşfin arkasında bir bit yeniği vardır. Bazen büyük bir tutkudur kâşifi harekete geçiren… Bazen çocukluktan kalma bir takıntı… Bazense can sıkıntısı… Öyle keşifler vardır ki, arkasından binlerce yıl sürmüş bir körlük sırıtmaktadır muzipçe… Oradadır… Öylece duruyordur ama oraya bakmak kimsenin aklına gelmemiştir işte… Ve öyle keşifler vardır ki, ardında derin bir riyakârlık yatmaktadır. İkiyüzlülük de derler hani… Diplomatik tercümesi çifte standartçılık da olabilir. Türdeş medya, devlet terörünü keşfederken şaşıran olmadı mı sahi hiç aramızda?

Ateşli silahları, çelik yelekleri, gaz bombaları, ceset torbaları, helikopterleri, güvenlik kameraları, çatal dilli propagandistleri ve tüm manipülasyon kaynaklarıyla devasa bir terör aygıtıdır karşımızdaki. Adına devlet denilmektedir…

Dört tarafı sularla çevrili bir metal yığınında kuşatılıp katledilmiş dokuz insan… Cesetlerde ateşli silah yaraları var… Delik kafatasları… Onlarca yaralı… Yaralıların bileklerini saran plastik kelepçeler… “Direnmeseler hayatta kalacaklardı” diyen manşetler o tarafta zihinleri iğfal etmekte… Ve bu tarafta “DEVLET TERÖRÜ” manşetleri büyük bir keşfi müjdelemekte adeta… “Yaralıların bileğine kelepçe” yazıyor iç karartıcı fotoğrafların “resim altları”nda… Türdeş medya tek yürek olmuş devlet terörünü keşfetmekte…

Tepeden tırnağa silahlı devlet güçlerine karşı… O insandan arındırılmış üniforma yığınına karşı… Kafalara bastırılan postallara, yaralıların bileklerine oturtulan kelepçelere ve bir gemide kuşatılmış insanlara yapılan “teslim ol” çağrılarına karşı direnmenin en meşru hak olduğunu nihayet fark edebilen türdeş medyaya bin selam… Topu topu altı ay sonra 19 Aralık “Hayata Dönüş Operasyonu”nun onuncu yıldönümünde de bu manşetler hatırlanabilecek midir acaba? Laik, demokratik sosyal hukuk devletimizin delikanlı başbakanı “haydut devlet” nitelemesini o günlerde de hatırlayabilecek midir?

Mümkün müdür?

Yoksa… Yoksa dört duvar arasına kapatılmış onca insanın, ateşli silah yaralanmaları, künt kafa travmaları ve kemiğe işleyen yanıklar sonucu katledildiği bir uğursuz günün yıldönümünde “Sahte Oruç Kanlı İftar” manşetlerinin arkasında durulmaya devam mı edilecektir? Yirmi cezaevinde dört tarafı beton bloklar, demir kapılar ve tel örgülerle çevrili insanlara yapılan “teslim ol” çağrıları devletin şefkat gösterisi olarak sunulmaya devam mı edilecektir? Parmakları kopmuş yaralıların bileklerine oturtulan kelepçeler, alaycı başlıklarla gözlerimizin içine sokulmaya devam edilecek midir yine?

Sahi dört duvar arasına kapatılmış insanların üzerine yağan kurşunların, yanık bedenlerin, yaralıların bileklerine oturtulan kelepçelerin, üç günde kullanılan yirmi bin gaz bombasının, yani o ölçüsüz şiddetin devlet terörü sayılabilmesi için bunca vahşetin yalnızca uluslararası sularda gerçekleşmesi mi gerekmektedir?

İsrail’in uluslararası sulardaki vahşetini pek güzel ifade eden o devlet terörü manşetleri, türdeş medyanın bir terör aygıtı olarak işlediği tüm suçları bizlere unutturabilecek midir?

Yoksa yeni yeni keşiflerin arkasındaki bit yeniklerini görebilmemiz için yeniden yeniden hayata döndürülmemiz mi gerekecektir?

İstanbul – Haziran 2010

 

Bir Cevap Yazın