Orövuar Mösyö Sarkozy

Sen bu satırları okurken Nicolas Sarkozy çok uzaklarda olacak.

Derin analizleri, bırakalım derin plazaların köşe tutucuları yapsın. Bu satırlar neyin yaklaştığını gör diye… Yaklaşan beş harflileri hisset diye yazılmakta…

Fransız siyasal sistemi üzerine derin derin analizler yapan köşe tutucuların sana asla vermeyecekleri bir şey vererek söze başlamak belki de en doğrusu… Fransa ve Türkiye iki ayrı dünyadır. Türk neyse Fransız tam tersidir. Sanal âlemde kimin kimle yaptığı belli olmayan sözde anketleri unut. Fransızlar genellikle kibar insanlardır. Gereğinden fazla, bazen sinir bozucu ölçüde kibar insanlar… Burada elbette “ortalamadan” söz edilmektedir. Genellemelerin kolaycılığına yatılmaktadır evet ama Fransa’ya yolun düşecek olursa etinden sütünden ve yününden yararlanabileceğin genellemelerdir bunlar.

Türkiye’de özel alan ne kadar kolektivist biçimde örgütleniyorsa Fransa’da o kadar bağımsızdır. Kapını çalan bir Fransıza “şimdi müsait değilim gider misin?” dersen, kendisine ayıp ettiğini düşünmeyecektir mesela. Ya da yapmak istediği herhangi bir şeyi yaparken kendisini ayıplamandan korkmayacaktır. Sokaktaki herhangi bir Fransıza yanaşıp istediğin gibi konuşabilirsin. Ancak cinsiyetinden bağımsız olarak bir Fransız seninle göz teması kurup gülümsüyorsa bundan yanlış sonuçlar çıkarmamalısın. Birinin sana gülümsüyor olması sana “iş attığı” anlamına gelmez, hele onun hayatına istediğin gibi müdahale edebileceğin anlamına hiç gelmez. Bununla beraber Fransız toplumu örgütlenmeye ve eyleme Türklerden çok daha yatkın bir toplumdur. Mesela işçi sendikaları en az siyasal partileri kadar köklü ve etkilidir.

Bütün bunların Fransadaki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ne ilgisi olduğunu merak ediyorsan hiçbir ilgisi yok. Bizden farklı toplumlar hakkında konuşurken farklı parametreler kullanarak düşünmemiz gerekliliği ile ilgisi var. Onların farklı biçimde çalışan bir algıları olduğunu, farklı dengeler gözettiklerini, farklı değer yargıları taşıdıklarını, farklı yaşadıklarını, farklı noktalarda güçlü ve farklı noktalarda zayıf olduklarını, farklı konularda saygıdeğer ve farklı konularda kötü olduklarını aklımızdan çıkarmazsak olan biteni anlamanın çok daha kolay olacağı ile ilgisi var… Ama yine de benzerlikler yok değil elbette. Fransa da tıpkı Türkiye gibi tek bir ülke değildir. Fransızlar da dünyadaki diğer toplumlar gibi heterojen bir topluluktur. Kültürel alan belirli bir eğilim oluşturabilir ancak algısı, duygusu ve davranışlarıyla tekleşmiş bir topluluk, faşist bir distopyadır ne mutlu ki… İmkânsızdır… Eşyanın tabiatına aykırıdır…

Birinci Turda Ne Oldu

Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimleri her beş yılda bir ve iki turlu olarak gerçekleşir. Özellikle birinci tura katılım oranları genellikle düşüktür. İkinci tura kalacak partiler zaten belli olduğu için (Merkez sağ UMP ve merkez sağ PS) seçmenler ilk turda mesajlarını en doğru biçimde iletebileceklerini düşündükleri şekilde hareket ederler. Kısacası komünistlerin ağırlıkta olduğu sol cephenin bu seçimlerde olduğu gibi yüzde 11 oy alması toplumun yüzde 11’inin komünist olduğu anlamına gelmemektedir. Faşist Ulusal Cephe’nin yüzde 18 oy alması da Fransızların beşte birinin ırkçı olduğu anlamına gelmemektedir. Peki neler oluyor?

Avrupa genelinde etkisini kuvvetle hissettiren, İrlanda, Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya ekonomilerini neredeyse batma noktasına getiren hatta bazılarını batıran ekonomik kriz son iki yıldır Fransa’yı da etkiliyor. Aslında Sarkozy yönetiminin krizi “yönetmekte” çok başarısız olduğu söylenemez. Devlet denen aygıtın ne işe yaradığını unutan ya da bilmeyenler için krizi yönetmek demek toplumu ekonomik krizin etkilerinden korumak olarak anlaşılabilir oysa bu doğru değildir. Devletin doğası gereği ütopik bir hayaldir bu. (Devletsiz bir toplumun ütopik olduğunu düşünen liberal ve muhafazakarlara selam olsun, gerçek ütopistler sizlersiniz.) Sarkozy yönetimi, kayıt dışı ekonomiyi minimuma indirgeyen, çalışanlar ve küçük işletmeler için vergileri azami miktarda artıran, sosyal politikalara yapılan harcamaları budayan bir çizgi izleyerek hem devleti, hem de üst ve üst orta sınıfları ekonomik krizin etkisinden büyük oranda kurtarmayı başarabildi. Her yıl 30 bin mülteciyi sınır dışı etmeyi amaçlayan bir kota uygulaması ile Avrupa Birliği’nin en önemli “sorun”larından biri olan göçmen akınını bir ölçüde frenlemekte de başarılı oldu. Kadına dönük şiddeti çok sert biçimlerde cezalandıran düzenlemelere imza attı. Avrupa Birliği’nin ekonomik, sosyal ve siyasal çizgisini etkin ve hegemonik biçimde yeniden düzenleyen Almanya ile “uyumlu” bir çizgi izledi ki Almanya Başbakanı Merkel, bu nedenle Sarkozy’nin yeniden seçilebilmesi için güçlü mesajlar vermekten çekinmedi. Ayrıca kendisi güçlü bir hatip ve iyi bir demagog… Sarkozy’nin birinci tur seçimlerde aldığı yüzde 26’lık oy oranı bu nedenle şaşırtıcı değil. Ancak yine de Sarkozy yönetiminin ekonomik ve sosyal alana dair tutumu Fransız toplumunun önemli bir çoğunluğu açısından yaşam standartlarının belirgin biçimde düşmesi anlamına geliyordu.

Seçimlerde Sarkozy karşıtı cephenin ne kadar geniş olduğunu anlatmak için; Sarkozy’nin partisi UMP’den cumhurbaşkanlığı yapmış olan Jacques Chirac ve başbakanlık yapmış olan Dominique de Villepin’in bu seçimlerde Sosyalist Parti adayı Hollande’ı desteklediklerini belirtmekte fayda var. 2007’deki seçimlerden önce UMP içinde Sarkozy’ye destek vermekten kaçınan bu iki isim de Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı döneminde yolsuzluk suçlamaları ile yargı karşısına çıkarıldılar. Chirac mahkum edilirken Villepin hakkındaki soruşturma sürmektedir. Cumhurbaşkanlığının son bulmasından sonra Sarkozy’yi de bu akıbetin beklediği söylenebilir. Zira politika oyunu dünyanın her yerinde benzer kurallarla oynanmaktadır.

Çok farklı kültürel iklimlerden gelen, çoğunlukla kendi ülkelerinde de bir nedenle tutunmayı başaramamış göçmen nüfusun oldukça fazla oluşu, bu göçmen nüfusun yaşadığı apaçık “uyum” sorunları, Avrupa Birliği’nin göçmen politikalarının da etkisiyle toplumsal piramidin en dibine itilmelerinden gelen öfkelerini sıklıkla kendi hallerindeki Fransızlardan çıkarmaya kalkışmaları, sermaye tarafından ucuz işgücü deposu olarak görülmeleri… gibi pek çok etmenin Fransız toplumunun bir kesimini kısmen sağa çektiğini de belirtmek gerek. Seçimlerden kısa bir süre önce güneydeki Toulouse kentinde Arap asıllı bir gencin; 3 asker ve 3’ü çocuk 4 Musevi Fransızı öldürmesi olayı da Ulusal Cephe oylarının artmasında önemli bir rol oynadı. (Çocukların katledildiği antisemitist saldırının Sarkozy’nin oylarında da yaklaşık iki – üç puanlık bir artışa neden olduğu söyleniyor. Olayla ilgili komplo teorileri ise bu yazının konusu değil…) Ancak faşist Ulusal Cephe’nin bu seçimlerde aldığı “şaşırtıcı” ölçüde yüksek oy, yabancılara duyulan tepkiden daha fazlasıyla Sarkozy’ye duyulan bir tepkinin de göstergesiydi. İkinci tur öncesi yapılan kamuoyu yoklamalarına göre Ulusal Cephe seçmeninin yarısından çoğu oylarını Sarkozy’ye yönlendirmeyeceklerini söylüyorlardı. Ancak ikinci turda Hollande’ın beklenenin altında bir oranla seçilmiş olması bu kamuoyu yoklamalarının pek de isabetli olmadığını göstermiş oldu.

Birinci tur açısından bir diğer sürpriz de Liberal Bayrou ve Sol Cephe adayı Mélenchon’un kamuoyu yoklamalarını yanıltarak beklenenden düşük oy almaları oldu. Her iki adayın da ikinci turda sosyalist Hollande’ı desteklediklerini de belirtmek gerek.

Ve Sarkozy Kaybeder

6 Mayıs günü yapılan ikinci tur seçimlerini Hollande’ın kazanacağından kimsenin kuşkusu yoktu. Birinci turda elenen sekiz adaydan altısı, ikinci turda Hollande’ı destekleyeceğini açıklarken, ırkçı Le Pen seçmenlerini boş oy kullanmaya çağırmıştı. Zaten ikinci turun asıl sürprizi Hollande ve Sarkozy arasındaki mücadelenin başa baş geçmesi oldu. Hollande geçerli oyların % 51.63’ünü alırken Sarkozy’nin oy oranı % 48.37’de kaldı. İşte bu nedenle seçimlerin galibinin değil mağlubunun belli olduğu söylenmektedir. Mağlup cumhurbaşkanlığını kaybeden Sarkozy’dir fakat Hollande’ın kazanmış olduğunu söylemek pek kolay değil. Zira kısa bir süre sonra yapılacak meclis seçimlerinde çıkacak olan sonucun  da Hollande’ın zaten zor geçecek olan cumhurbaşkanlığı dönemini daha da zorlaştırıp zorlaştırmayacağı merak konusu…

Yaklaşmakta Olan

Seçimlerden sonra olup bitecekler hakkında da sayfalar dolusu kelam etmek mümkün elbette. Öngörüldüğü üzere Hollande’ın seçilmesi halinde, var olan sosyal ve ekonomik politikalarda herhangi bir ciddi değişim olmayacağı,  var olan göçmenler açısından daha fazla “entegrasyon” odaklı bir sosyal politika izlenebileceği ancak bunun yeni bir göçmen dalgasına neden olabilecek köklü iyileştirmeler getirmeyeceği söylenebilir. Türkiye ile ilgili herhangi bir dış politika değişikliği beklenmemesi gerektiğini de söylemeye gerek yoktur herhalde.

Fransa’daki 2012 seçimlerinin en önemli sonucu ise Avrupa genelinde kendini bazen isyanlarla, bazen uzun soluklu sokak eylemleriyle, bazen ırkçı katliamlarla, bazen genel grevlerle gösteren sosyal krizin derinleşmekte olduğunun ipuçlarını veriyor olmasıdır. Yunanistan’daki 2008 Aralık isyanından beri dünyanın farklı bölgelerinde patlak verip duran isyan dalgaları elbette tesadüfî olmadığı gibi, kimi ulusalcı aklıevvellerin iddia ettiği üzere emperyalizmin, “istediği her yerde istediği dalgalanmayı yaratan” bir güç gösterisi de değildir. Sosyal kriz dönemleri dünyanın her yerinde ırkçılığın ve faşizmin taban bulması için müsait zeminler oluşturur. Le Pen destekçilerinin önemli bir kısmı, faşist Alman işgali ve Fransa’da “yarım devrim” olarak adlandırılan 68 hareketi hakkında son derece sınırlı malumata sahip olan 18 – 21 yaş arası gençlerden oluşmaktadır. Bununla beraber Fransa’da ırkçılığı nefretle karşılayan Fransızların önemli bir çoğunluğu oluşturduklarını da belirtmeden geçmemek gerek.

Bir de buna ekonomik kriz dolayısıyla esneme kapasitesi azalmış olan sistemin dışarıda bıraktığı kesimlerin yaygınlığı eklenirse, yaklaşmakta olan şey daha kolay algılanabilecektir.

İçinden geçtiğimiz bu kocaman anda,  akışa bakmayı becerebilirsek, nasıl bir alt üst oluşun içinde olduğumuzu, her şeyin şu anda şimdi değişmekte olduğunu, bütün dengelerin yeniden kurulmakta olduğu bir dünyada bu satırları okumanın dünyanın en saçma işlerinden biri olduğunu görmek ne kadar zor olabilir ki…

Ve Fransa seçimleri… Türkiye seçimleri… Ya da Yunanistan seçimleri filan değil… Kendi seçimlerimize odaklandığımız zaman… Hayatımızın iplerini bilmem ne partisinden, bilmem ne kurumundan, bilmem ne medyasından, bilmem ne şirketinden kurtarmaya karar verdiğimiz zaman, aramızdaki dünya kadar farka rağmen Fransızları da kendimizi de hakkını vere vere sevebilmenin mümkün olduğunu gerçekten görebileceğiz. Devletler arası ittifaklara, gerilimlere, politik çekişmelere kendimizi kaptırmaktan vazgeçtiğimiz zaman, sokakların hep aynı dili konuştuğunu, milliyetçi saiklerle gaza gelmelerimizin bizleri daha mutlu ya da daha özgür kılmadığını anlamak hiç de zor olmayacak.

Uzun lafın kısası budur… Ve plaza köşecilerinin bize asla söylemeyeceği en önemli gerçek…

 

Fransa Seçimlerinden Notlar

Amerika’da patlak veren tecavüz skandalı yaşanmasa, eski IMF başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın Sosyalist Parti’den adaylığına kesin gözüyle bakılıyordu ve skandal öncesi yapılan kamuoyu yoklamalarında Fransızların yüzde 60’ından fazlasının Strauss-Kahn’ı desteklediği belirtilmekteydi.

Fransız vatandaşı Türk ve Kürt’lerin büyük bir çoğunluğu ikinci turda Hollande’ı destekledi. Fransa’da son yıllarda oldukça hızlı bir biçimde örgütlendiği görülen malum cemaat ise birinci turda liberal aday Bayrou’yü desteklerken, ikinci turda açık bir tavır belirtmediği biliniyor.

*YeniHarman Mayıs 2012 sayısı için yazılmıştır.

Bir Cevap Yazın