Yunanistan Seçimlerinden Notlar (2015)

Hikayemize Yunan solu açısından en dramatik olan andan başlayalım. Sene 1945, ikinci dünya savaşı bitmiş, önce Mussolini, Sonra Hitler’in işgal orduları herhangi bir dış destek olmadan bizzat Yunanlılar tarafından ülkeden kovulmuş. Üstelik monarşistlerin faşistlerle yaptığı işbirliğine rağmen… Görüntüde ağlayarak silah bırakan bu sert bakışlı adamlar 2 milyon üyeli Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun partizanları. O halde galiplerin öfkeyle ve gözyaşları içinde silah bırakmaları göze biraz garip görünüyor olmalı…

Biraz daha geriye gidelim o halde… Yunanistan Komünist Partisi (KKE) İtalyan işgali başlamadan önce yalnızca iki bin üyeli, liderlerinin ve bu 2 bin üyenin çoğunun hapishanede olduğu neredeyse tamamen etkisiz bir parti durumundadır. Ancak faşist işgale karşı çeşitli küçük sol gruplarla birlikte Ulusal Bağımsızlık Cephesi’ni (EAM) oluştururlar. ELAS ise bu cephenin silahlı gücüdür ve kısa zamanda 2 milyon kişilik dev bir orduya dönüşür. (Ülkenin o günkü nüfusu 7 milyon kadardır) Savaşın sonuna gelindiğinde ülkenin büyük bölümü ELAS’ın kontrolü altındadır. Ancak Stalin, Churchill ve Roosevelt’in bir araya geldiği Yalta Konferansı’nda (4 Şubat – 11 Şubat 1945) Yunanistan’ın İngiliz nüfuzuna terk edilmesi kararlaştırılır. Stalin, Yunan halkının kendi dişiyle, tırnağıyla, kanıyla kazandığı her şeyi diplomasi masasında büyük bir rahatlıkla İngilizlere satar.

 

Emir büyük yerden gelmiştir ve 12 Şubat 1945’te Yunanistan Komünist Partisi (KKE) şefleri, Stalin’in talimatıyla Varkiza Anlaşmasını imzalarlar. İşte yukarıdaki bu dokunaklı görüntüler Varkiza Anlaşması’nın sonucu olarak kayda alınır.

İhanete Uğrayan Devrim: Yunanistan 1945 
http://mitolojivegercek.blogspot.com

Bu hazin hikaye ilginizi çektiyse Dominique Eudes’in “Kapetanios” isimli romanını hararetle önererek 1945’teki bu utanç verici teslimiyetten 2015 seçimlerine ışınlanabiliriz.

 

 

25 Ocak seçimlerinde Syriza’nın büyük başarı kazanması üstüne herkes pek çok şey söyledi ve söylemeye devam edecek elbette. Tayyip Erdoğan’dan yediği tokatlarla, şike ve doping skandallarıyla tanınan 5uat Kılıç‘ın dahi “Umudun zaferi” diye tanımladığı bu seçim zaferini önemsemediğimden değil ama zaten herkes Syriza hakkında herşeyi her platformda tartışıyor olduğundan ben başka bir takım verilere bakmaktan yanayım.  Zaten Syriza‘yı da çok yakından tanımam…

Şunu net olarak belirtmek lazım: Partilerin oy oranlarına dair verilen yüzdeler, 25 Ocak seçimlerinde kayıtlı 9.911.495 seçmenden, geçerli oy kullanan 6.181.274‘ünü temsil etmektedir.  Buna göre oluşan gerçek tablo ise şudur:

 

 

 

Bu noktada oy vermeme tavrının özel bir anlamı olup olmadığı hakkında düşünmek gerekir. Mesela Fransa ya da İsveç’teki oy kullanmama tavrı ile Yunanistan’daki oy kullanmama tavrı arasında bir ilişki kurabilir miyiz?

1974  % 79.5  
1977  % 81.1  
1981   % 81.5  
1985  % 80.1  
1989 Kasım   % 80.3  
1989 Haziran % 80.7
1990   % 79.2  
1993   % 79.2  
1996   % 76.4
2000   % 75.0
2004   % 76.6
2007   % 74.1
2009   % 70.9
2012 Mayıs     % 65.1
2012 Haziran  % 62.5
2015 % 62.3

Faşist cuntanın devrilmesinden sonra yapılan tüm parlamento seçimlerindeki geçerli oy oranı yukarıda belirttiğim gibidir. 2007’de ABD piyasalarında başlayan uluslararası ekonomik krizin ve 2008 Aralık ayındaki Yunan isyanı ile ivmelenen toplumsal krizin bu tabloda net olarak görülebildiği ortadadır. Bu tabloya katılımın yüzde 58 seviyesinde kaldığı 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerini de ekleyebilirdim elbette. Ancak Yunan halkının geleneksel olarak bu seçimlere ilgisiz olmasından dolayı bunu yapmadım.

Fakat partilerin performansına dair kimi veriler sunduğu için 2015 parlamento seçimleri, 2014 Avrupa Parlamentosu seçimleri ve 2012 Haziran ayı seçimleri arasında şöyle bir karşılaştırma yapabiliriz:

 

Bugünlerde herkes Syriza’ya odaklandığına göre Yunan solunun ihmal edilen parçasına da biz bakalım biraz. SYRİZA’nın 2012’de istim alan ciddi yükselişinden önce Yunan solunda ana akımı temsil eden Yunan Komünist Partisi’nin durumu ne?

(T)KP’nin yayın organı Sol Haber Portalı’nda yazılıp çizilenlere bakılırsa Syriza’nın ufuktaki mutlak başarısızlığı KKE’yi iktidara taşıyacak. Pekii 90 yıl boyunca Yunan solunda dominant parti hüviyetinde olan KKE nereden gelip nereye gidiyor?

 

* Yunan Parlamentosu Seçimleri
* Avrupa Parlamentosu Seçimleri
* KKE 1974 seçimlerine Birleşik Sol çatısı altında girdi.
* KKE 1989 ve 1990’daki seçimlere “Sol ve İlerleme Koalisyonu” çatısı altında girdi. * KKE 1989 – 90 yıllarında Synaspismos ve Yeni Demokrasi ile birlikte koalisyon hükümetini oluşturdu.
* KKE 1993 seçimlerinde oransal olarak en düşük seviyeyi gördü. Doğu Bloğunun gürültüyle çöküşü, hükümet ortaklığı rezaleti ve partideki bölünmeler bunda etkili oldu.
* Haziran 2012 seçimlerinde rakamsal olarak tablodaki en düşük oy sayısına indi.
Tabloya baktığımızda KKE’nin 40 yıllık macerası oldukça net görünüyor. Elbette bu iniş çıkışların konjonktürle ilişkisini de incelemekte ayrıca fayda var. Ancak önce bu tablonun bize gösterdiği kadarıyla KKE’nin Yunan siyasetinde ne ifade ettiğini yorumlamamız gerekir.

1974’ten 2012’ye kadar KKE her zaman Yunanistan’daki en büyük 4 parti arasında yer almış. 13 seçimde 3. parti olurken 3 seçimde 4. sırada yer alıyor. Aldığı oy sayısı bakımından 313 bin ile 856 bin arasında bir seyir varken bunun oransal karşılığı (geçerli oylar açısından) yüzde 4,50 ile 13 arasında değişmiş.

Toplumdaki değişim talebinin net biçimde kendini açığa vurduğu bu yeni dönemde ise KKE tarihindeki en düşük oy sayısını 2012 Haziran ayında görmüş oldu. (277 bin kişi) Seçimlere katılımın 2015 seçimlerinden çok daha düşük olduğu 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aldığı oyu yakalayamaması da KKE MK’sının 25 Ocak akşamı iddia ettiğinin aksine kaybettiği oyların geri dönme eğilimine işaret etmediği de açıktır.

Kısacası Yunan halkının, yerleşik partileri siyaset sahnesinden silkelediği 2012 – 2015 döneminde Merkez “Sol”un tekeli PASOK ve Aşırı Sağ’ın tekeli LAOS’la birlikte kendi tarihinin en geri seviyesine çekilmesi hiç de sürpriz değildir. Çünkü KKE Yunan siyaset sahnesinde yenilenmeyi ve değişimi değil, yerleşik siyaseti temsil ediyor.

KKE’nin Kıbrıs’taki küçük kardeşi AKEL’in pozisyonu da kuşkusuz KKE’nin başarısızlığında etkili olmuş olmalıdır. 2008 – 2013 yılları arasında Kıbrıs’ta tek başına iktidar olan AKEL programındaki yüksek yüksek iddiaların hiçbirini yerine getirememiş, aksine Kıbrıs’ta yerleşik düzeni tahkim etmeye davranmıştı. AB’den ayrılacağını söyleyip AB dönem sözcüsü olmak elbette yerleşik siyasetin yalancı pehlivanlarına yakışır bir tavır olmuştur.

http://mitolojivegercek.blogspot.com/search/label/akel

Ve son olarak KKE’nin düştüğü zavallıca durumun sebeplerinden bir diğeri de her kitle eyleminde, grev ve direnişte neredeyse polis rolüne bürünecek kadar sistem bekçisi olmasıdır.

Mengen'den Atina'ya. Bu Yol Nereye Gider? 
http://mitolojivegercek.blogspot.com

Bütün bunlar toplamda bize pek çok şey anlatıyor. Yunanistan’daki yaygın değişim arzusu son derece yakıcı. Ekonomik krizden öte köklü bir toplumsal krizin göstergesi olan tüm gelişmeler dikkatlerimizi Yunanistan üzerine daha fazla yoğunlaştırmamız gerektiğini gösteriyor. Syriza ne yapar ya da ne yapmaz üstüne söz söylemek bu aşamada bence çok da önemli değil. Şahsen ekonomik taahhütlerinden ziyade Yunanistan’daki göçmen sorunu, hapishaneler sorunu (özellikle çok sayıdaki anarşist tutsağa karşı tavırları), yarısı Altın Şafak militanlarından oluşan işkenceci polis teşkilatına karşı alacakları tavır, toplumsal otonomi… Syriza iktidarına dair merakımı celbeden konular bunlar. Umut ya da umutsuzluk tamamen bağlam dışı…

Anarşistler, arzuladıkları geleceği hemen şimdi ve doğrudan eylem vasıtasıyla kurmaya yönelirler. Yerleşik ya da değil siyasal yelpazenin şurasındaki burasındaki partilere bel bağlamazlar. Yapılmasını arzuladığımız her şeyi kendi öz gücümüzle, kendi eylemlerimiz sonucunda gerçekleştirmeyi denemek durumundayız. Bundan ötesi elbette toplumların kendi dinamikleri ile, hayatın akışı ile, tamamı özgürlükçü ya da tamamı özgürlük düşmanı olmayan farklı ekonomik – siyasal – toplumsal kesimlerin birbirleriyle olan ilişkileri (ittifakları ve/veya mücadeleleri) sonucu ortaya çıkar. Bağ kütüğünden daha zeki bir yaşam formu olduğum içindir ki Syriza’yı da tıpkı KKE gibi “kadiri mutlak” emperyalizmin, şunun bunun kontrolündeki (kendi toplumsal bağlamına sahip olmayan) bir hareket olarak görmüyorum. Sistemin koltuk değneklerine karşı mücadele ise anarşistler için tercih değil yaşamsal bir zorunluluktur. Anarşistlerin tavrı rüzgarın ne yönden estiğini dikkatlice sezmeye çalışmak, toplumsal mücadelelerin akış yönünü dikkatlice izleyerek kendi “işine” bakmak olmalıdır. Önümüzde boydan boya yıkıp yatay olarak yeniden inşa etmemiz gereken bir dünya var çünkü. Mekanik olarak örgütlenmiş bu devasa toplumsal yapılar bütününün paramparça edilip, organik bir hayatın yeniden örgütlenmesi; her şeyden önce gerçekliğe bütün yönleriyle nüfuz ederek onun dönüştürülmesine bağlıdır.

Elbette konu sadece Yunanistan değil. Zorlu günlerden geçiyoruz. Ne yapılacaksa şimdi yapılacak ve biz yapacağız… Özgürlük mücadelesi yarının sorunu değil, keyfiyet sorunu hiç değil, gayet yakıcı, yaşamsal, ertelenemez ve hiçbir “temsil organı”na devredilemez bir zorunluluktur. Yunanistan seçimlerinden de, Kobane direnişinden de, Gezi İsyanı’ndan da, her gün bir yenisiyle muhatap olduğumuz kadın katliamından da, iş cinayetlerinden de çıkaracağımız tek ders budur… Bilmemiz gereken tek şey budur… Sarılmamız gereken tek umut budur…

Anarşi Şimdi…

 

 

 

Bir Cevap Yazın