Yalan Rüzgârına Karşı Eylem Fırtınası

odtü

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin rektörlük binasında önemli bir konuğun ayak sesleri yankılanıyor. Yalnızca bir devleti değil, güç, özgüven ve tecrübeyi temsil eden bir şahsiyetin ayak sesleri bunlar… Tarih 6 Ocak 1969… Günlerden pazartesi… Saat 13:00… O günkü Milliyet gazetesinin manşetinde; “Komandolar Tartışması Devam Ediyor” yazılı… Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Milletvekili Emekli Albay İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, milliyetçi toplumcular adına yaptığı açıklamada; “Bu memleket Moskof uşaklarının değil, Ergenekon aslanlarınındır.” diyor. İç sayfa haberlerinin neredeyse hiçbiri yabancı sayılmaz. İzmit’te tecavüze uğrayan bir genç kız yakınları tarafından boğularak öldürülmüş… On bir bin Alman genci 1968 yılı içinde vicdani red başvurusu yapmış… Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ikili görüşmelerden umutlu olduğunu açıklamış… Ruslar Venüs’e uzay aracı göndermişler… Astroloji köşesindeki Balık burcu yorumu ise insanı hayretler içinde bırakacak denli gerçekçi: “Bugün bir fırtına huzurunuzu kaçıracak. Paranızı ve eşyanızı iyi muhafaza ediniz. Talihiniz pek yaver gitmiyor.”

6 Ocak 1969 tarihli Milliyet gazetesinde kendisine yer bulamamış olsa da ODTÜ’nün o günkü konuğu ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Robert Commer’dir. Commer Harvard Üniversitesi mezunudur. Askerliğini 2. Dünya Savaşı’nda yapmış, savaşın bitiminden hemen sonra da 1947’de kurulan CIA’nın kuruluşuna katkı sağlayan ilk elemanlarından biri olarak bu teşkilata katılmıştır. Parlak kariyerinde CIA son durak değildir, ABD’nin en yüksek istihbarat organı olan NSA’nın Ulusal Güvenlik Danışmanlığına kadar yükselecektir. Sonra Vietnam savaşı… Vietnam’da Phoenix Programının başında o vardır. Bu program dâhilinde tam 60 Bin Vietnamlı katledilir. Ve bütün bu hikaye içinde herkesin ama herkesin tam 44 yıldır atlamış olduğu bir gerçek var ki 23 Şubat 1922 doğumludur Robert Commer… Ve o gün talihi kuşkusuz pek yaver gitmeyecektir!

 6 ocak 1969 milliyet falınız

 

 

Burası ODTÜ, Vietnam Değil!

Evet Türkiye ABD ilişkileri o yıllarda şahane gitmektedir. Evet ipler ABD’nin güvenli ellerindedir. Evet bırakınız siyasal alanın düzenlenmesini… Paramiliter komando kamplarının açılmasını, MİT elemanlarının maaşlarının doğrudan ABD eliyle ödenmesini bırakınız… O günlerde ODTÜ’nün müfredatları bile ABD tarafından belirlenmektedir ve yıllar sonra Robert Commer şu sözlerle ifade edecektir zaten bunu;  “ODTÜ olayı bence siyaset bilimi açısından yeni bir gelişmenin göstergesiydi. Amerika’nın meselenin siyasi boyutunu göremeyip başarısızlığa uğramasının göstergesi, biz o yıllarda müfredatını teknik alanlara oturtmak suretiyle ODTÜ öğrencilerini politika dışı tutabileceğimizi sanmıştık. Elektriğin ve fizikin ağır konsantrasyon gerektiren dersleri o günkü kafamıza göre, öğrencilerin politize olmasını önleyecekti.”  (Bay Pipo – Soner Yalçın)

Soğuk savaşın kurmaylarından birinin büyükelçi sıfatıyla Türkiye’de olması bile ilişkilerin derinliğini gösteriyordu elbette ama yıllardan 1969’du… 68’in rüzgârı oralarda da esiyordu ve orası Vietnam değil, ODTÜ’ydü… Tam 45 yıldır üç darbe, sekiz Cumhurbaşkanı, sayısız Hükümet, sayısız Genel Kurmay Başkanı, sayısız medya patronu görse de silinemeyecek olan DEVRİM yazısı henüz bir yaşındaydı. Robert Commer üniversite rektörü Kemal Kurdaş’la yemeğe oturmak üzereyken ODTÜ’lüler onun 1968 model Cadillac’ını fark etmişlerdi bile… Toplanırlar… Arabayı sarsarlar, sallarlar, darbelerler ama zırhlı Cadillac bana mısın diyecek gibi gözükmez. Bu kez arabayı ters çevirirler, içlerinden biri bir diğerinin atkısını aracın benzin deposuna daldırarak arabayı ateşe verir. Atkı Sinan Cemgil’indi, Kibrit’i çakan Hüseyin İnan’dı. İtfaiye geldiğinde itfaiye aracının hortumunu keserek aracın tamamen yanmasını sağlayan Ulaş Bardakçı oldu. Deniz Gezmiş oradaydı. Yusuf Aslan oradaydı. Alparslan Özdoğan oradaydı. Taylan Özgür oradaydı. Ve aradan dört yıl bile geçmeden hepsi katledilmiş olacak olan bu ODTÜ’lüler “vatan haini”yken, “kahramanlık” payesi Commer’in yaltakçılarına kalacaktı…

Olayın ardından cadı kazanları kaynatılmaya başlandı elbette. Yakalama kararları, gözaltılar, işkenceler değildi sadece eylemcileri bekleyen. İktidarıyla muhalefetiyle tüm siyaset erbabı, ODTÜ’lü öğrencilere karşı tek yürek olacaktı. Ecevit, Demirel ve Türkeş eylemcileri kınamak için birbirleriyle yarışacaklardı. Commer’e geçmiş olsun demek için kapısında kuyruk olacaktı her biri… Gazeteler isimlerini verecek, köşe yazarları şiddetin kabul edilemezliğini anlatacaklardı… Milliyetçi ve muhafazakâr öğrencilerin oluşturduğu ODTÜ Talebe Cemiyeti ve ODTÜ Ülkü Ocağıanarşist bir tutuma bürünen” bu olayı protesto ettiklerini açıklamışlardı. O yıllarda merkezi bir yapıya henüz kavuşmamış olan diğer milliyetçi gençlik örgütleri de Commer’in arabasının yakılmasını lanetlemekten geri durmayacaklardı. Ankara Üniversitesi Ülkü Ocağı, Hacettepe Üniversitesi Ülkü Ocağı ve bizzat Devlet Bahçeli’nin kurduğu ve reisi olduğu AİTİA (bugünkü Gazi Üniversitesi) Ülkü Ocağı eylemcileri kınayacaklardı…

Commer’le yediği öğlen yemeği boğazında kalan rektör Kemal Kurdaş basının karşısında öfkeden titreyerek yaptığı açıklamada; “Bu zorbalık hareketi yalnızca memleketimizin değil, üniversitemizin de gerçek düşmanlarının eseridir” deyivermişti. Ne de olsa ABD memleketin gerçek dostu ve üniversitenin resmi finansörüydü… Rektörün haklı öfkesinden bahsediyordu gazeteler ve Rektör Kurdaş ayrıca şunları söylüyordu: “32 milyon kişi, 1000 kişiye mi teslim olacaktır? Olmayacaktır elbette. (…) Zorbalığa teslim olmayacağım, zorbalığın karşısına çıkıp hepsini tepeleyeceğim. (…) Böyle bir olayın ODTÜ’de, bizzat Birleşik Amerika’nın geniş dostane destek sağlamış olduğu bir okulda cereyan etmiş olması bilhassa şayanı teessüftür. Öğrencilerin ve öğretim üyelerinin büyük bir ekseriyetinin bu tecavüz ile hiçbir ilişiğinin olmadığını müdrikim. ODTÜ öğrencilerinden, bu birkaç kişinin büyük bir üniversite için iftihar vesilesi olup olmadığını sormak isterim.” Tam 44 yıldır ne 12 Mart’ta, ne 12 Eylül’de, ne 28 Şubat’ta, ne de şimdi hiçbir dönem değişmediği gibi o gün de “Türkiye’de fikir mücadelesi rahatlıkla yapılabiliyor”du elbette… Ve herkes ama herkes ODTÜ’de yaşanan bu feci olayın faillerinden utanmakla meşgulken, olaydan yalnızca üç gün sonra tutuklanan yedi ODTÜ öğrencisine destek olmak isteyen üç bin ODTÜ öğrencisi olayda kendilerinin de yer aldığını belirten dilekçeleri ilgili makamlara teslim etti. O yıllarda ODTÜ’nün toplam öğrenci sayısı ise beş bin beş yüzü bulmuyordu…

Öfkeden titrenerek yapılan açıklamalar, milliyetçi – muhafazakâr protesto metinleri, gazetelerin yalanları, gözaltılar, polis operasyonları, işkenceler, “ülkücü komando” saldırıları 6 Ocak’ta yakılan ateşi söndürmeye yetmedi. Rektöre göre birkaç kişiden ibaret bu “zorbalar” bu kez boykota giriştiler ve boykot 7 Nisan 1969’da işgale dönüştü. İşgalin ilk adresi Mimarlık Fakültesiydi. Ve sonra adım adım, tüm öğrencilerin davet edildiği toplantılarla işgal bütün üniversiteye yayıldı. Rektör, idareciler ve tüm öğretim görevlileri dışarıya davet edilip okul yalnızca öğrencilere kaldığında “Bu Amerikan Üssü Ele Geçirilmiştir” yazılı pankart rektörlük binasında boy gösterecekti… Üniversite işgallerinin ve boykotların  Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler, Eczacılık, Basın-Yayın başta olmak üzere Ankara’daki bütün üniversite ve fakültelere yayılması ise cabası… ODTÜ bütünüyle ele geçirildikten sonra yapılan ilk toplantıda 2384 öğrencinin imzası vardı. İmza atmadan toplantıya katılanların sayısı ise elbette bilinemiyor. Her adımında özyönetime dayalı bir şekilde örgütlenen işgal 13 Nisan günü 700 jandarma ve 1300 polisin katıldığı bir operasyonuyla sona erdiğinde, ODTÜ için her şeyin aslında yeni başladığını elbette kimse bilmiyordu.

commer

 

Aynı Yerde Başka Bir Zamanda

Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin TÜBİTAK yerleşkesinde önemli bir konuğun ayak sesleri yankılanıyor. Yalnızca bir devleti değil, güç, özgüven ve tecrübeyi temsil eden bir şahsiyetin ayak sesleri bunlar… Tarih 18 Aralık 2012… Günlerden salı… Saat 15:30… O günkü Milliyet gazetesinin manşetinde; “Mevzuat Buna Ne Diyecek” yazılı… Haber, kemik iliği kanseri tedavisi gördüğü sırada devamsızlık gerekçesiyle üniversiteden atılan bir akademisyenin ölümünü konu alıyor. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner mevzuat gereği doğru karar aldıklarında ısrarcı… İç sayfa haberleri yine alıştığımız şeyler…. Diyarbakır ve Hakkâri’de iki askerin intiharı… Köprü ve otoyolların satışı… Kuvvetler ayrılığı tartışması… Astroloji köşesindeki balık burcu yorumu ise yine şaşırtıcı mı şaşırtıcı: “Belirsizlik yaratan konulara hakim olmak adına kararlı adımlar atabilmeniz lazım. Şimdiye dek sorun olan konuları ise kararlı biçimde ele alacaksınız. Yurt dışı bağlantılı konuların getirdiği duygusal tatmin size cesaret kazandıracak.”

Neyse ki artık internet zamanları bunlar. O gün olup bitecekleri öğrenmek için bir gün beklememiz gerekmeyecek. ODTÜ’nün o günkü konuğu Recep Tayyip Erdoğan. Her fırsatta darbe mağduru olduğunu söylese de kabinesinin neredeyse tüm üyeleri gibi üniversite’yi 12 Eylül darbesinden kısa süre sonra bitirmiştir… Darbe gerçekleşmeseydi Aksaray İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu mezunu olacaktır, ancak darbenin bir cilvesiyle  bu okulun Marmara Üniversitesi’ne bağlanması sonucu ön  lisans yerine lisans derecesi alıvermiştir. 26 Şubat 1954 doğumludur Recep Tayyip Erdoğan ve o gün belirsizlik yaratan konular canını sıksa da Çin’den gelen manevi tatmin ona cesaret kazandıracaktır.

GÖKTÜRK İKİ (RAKAMLA  2)

Birincisinin nerede olduğunu kimse bilmese de Göktürk 2 uydusu Türkiye için tarihi bir adım olacaktı. Yüzde sekseni Türk yapımıydı. Projesi yaklaşık 14 yıl sürmüştü. Türkiye’nin uyduyu fırlatacak bilgi birikimi, bilimsel ve teknik donanımı olmadığı için Çin’den fırlatmak zorunda kalınmasa her şey dört dörtlük sayılırdı. Ve bir de şu ODTÜ’lüler olmasa…

Peki o gün ne oldu? O gün “ötekilerin postası” adlı bir facebook sayfasının deyişi ile; “1 başbakan, 105 araçlık konvoy, 20 zırhlı araç, 8 toma ve 2 bin 500 polis, ODTÜ’ lü öğrenciler tarafından uzaya fırlatıldı!” Doğrusu bu ya politika erbabı şakşaklanmaya alışkın olsa da onların varlığından, icraatlarından ve politik duruşlarından hoşlanmayan birilerinin de 21. Yüzyılda hala çıkabiliyor olması, Başbakanı bir miktar üzmüş olsa gerekir. Zaten Başbakan bu algısını, bu ruh halini bu olaydan birkaç gün sonra Urfa’da iş isteyen vatandaşlara boşaltıverecektir; “Oradan provoke etme! Burada Başbakan bir şey söylüyor. Başbakan ne diyorsa odur!” diye fırçalayacaktır işsiz vatandaşları.

Ve sonra olaylar olaylar… Televizyon kameraları, onlarca fotoğraf makinesi, polis kameraları ve yüzlerce görgü tanığı olduğu halde… ODTÜ öğrencileri sakin bir şekilde yürümekten başka hiçbir şey yapmadıkları halde… Polis hiçbir uyarı yapmadan gaz bombalarıyla saldırıya geçtiği ve ancak o zaman ODTÜ’lü öğrenciler direnişe geçip çöp konteynerlerinden barikat kurarak kendilerini savundukları halde saldırgan ilan edileceklerdir. Protestoda yer alan otuz küsur kişinin ODTÜ öğrencisi olmadığı açıklanacaktır basına. O gün ODTÜ’ye sokulan 2.500 polis ODTÜ öğrencisiymiş gibi… Protestocu ODTÜ’lüleri geçtik, İçinde bir kreşin de olduğu binalara, ofislere, amfilere, tutuşması çok kolay ağaçlık alanlara atılan gaz bombaları şiddet kapsamına girmiyormuş gibi… Bizzat Başbakan’ın sözleriyle yakılan lastiklerden, molotoflardan filan bahsedilecektir… Onlarca kamera ve fotoğraf makinesinden bir teki bile bir tek molotof kokteyli ya da yakılan lastik gösteremediği halde… Ama Başbakan orada bir şey söylemektedir ve Başbakan ne diyorsa odur elbette… İşte bu halet-i ruhiyeyle Başbakanın öfkesinden vazife çıkaran bir kısım üniversite rektörü ve köşe bızırları sarılırlar kağıt – kaleme…

Benim Rektörüm İşini Bilir

Başbakanın sert çıkışlarından hemen sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Bezmialem Vakıf Üniversitesi, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Senatosu, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi, ODTÜ’de Başbakan Erdoğan’ı protesto eden öğrencileri kınamakta gecikmediler. İşleri buydu nitekim. Her şey 44 yıl önce 6 Ocak 1969’dakine benzer bir seyir izliyordu. Galatasaray, Mimar Sinan, İTÜ, Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencileri rektörlerinin durumdan vazife çıkarıcı, ODTÜ’de yaşananları tamamen çarpıtan açıklamalarını protesto etmeye girişirken bir yandan da “Sabahattin Zaim Üniversitesi de nedir?” diye soruyorlardı birbirlerine. İlk defa duydukları bu üniversitenin hangi ara nerede kuruluverdiğini öğrenmek istiyorlardı kuşkusuz…

Derken ODTÜ rektörü 44 yıl önceki rektörden farklı olarak öğrencileri değil adeta bir işgal kuvveti gibi ODTÜ’ye giren polisi ve polis şiddetini kınadı. “Kınamaz olaydım” dedirtirler mi bilinmez elbet. Ancak Başbakanın fırçasından nasibini almaktan da kurtulamadı. “Biz de bir zamanlar talebeydik” dedi. “Siz böyle mi talebeler yetiştiriyorsunuz” dedi…  Dedi ha dedi… Bu arada Başbakanın hiddeti artarken evler basıldı, ODTÜ’lüler gözaltına alınmaya başlandı, köşe bızırları şiddet tekerlemelerini okudu ha okudu… Bu hengamede ODTÜ’lüleri kınama fırsatı bulamayan bir kısım rektörler de soluğu gazete binalarında ve televizyon stüdyolarında alır oldular… Çünkü bazı fırsatlar insanın eline kırk yılda bir geçebilir ancak…

Sedat Laçiner’in eline geçtiği gibi… Adem Esen’in eline geçtiği gibi… Üstü örtülmesi gereken gündemlerin üstü ancak böyle örtülebilir, görülmesi gereken hesaplar ancak böyle görülebilir, hiç kimsenin adını duymadığı tabela üniversiteleri ancak böyle reklam edilebilir ve çok kıymetli devlet büyüklerine ancak böyle minnet ödenebilirdi. Düşük maliyetle yüksek verim almayı bilen profesörlere ne mutlu. Şüphesiz ki onlar öğrencilere yönelen hudutsuz şiddete gözlerini kapayıp, mazlumu zalim ilan ederek çok büyük bir iş başarmışlardı. Tıpkı izinden gittikleri Kemal Kurdaş gibi…

Ve yalnız da değillerdi tabii. Neredeyse 50 yıllık alışkanlığıyla devreye Devlet Bahçeli girmese olmazdı. Tıpkı 44 yıl önce ABD Büyükelçisi Robert Commer’i protesto eden ODTÜ’lüleri protesto etme ferasetini gösterdiği gibi bugün de aynı tavır, aynı dil ve aynı argümanlarla muktedirleri protesto eden ODTÜ’lüleri protesto etmeyi başaracaktı.

 odtü devrim stadı

 

Bak İşte Yaklaşıyor Fırtına…

Ve susmadılar, geri çekilmediler, uğradıkları şiddetin kabuğuna yaslanıp mağduriyet tiyatrosu oynamadılar. Kırk beş yıl önce ODTÜ stadyumuna yazılan DEVRİM yazısı gibi dayanıklı ve uzun soluklu bir geleneğin nefessiz bırakılmak istenen herkese nefes olabildiğini bir kez daha gösterdiler. Medyasıyla, akademisiyle, polisiyle, hükümeti, muhalefeti bürokrasisiyle tek vücut olan sistemin bir avuç genç insanı susturmayı başaramayacağını, toplumsal dinamiklerin bunca tufana, bunca baskıya, bunca velveleye rağmen hala filiz verebildiğini kanıtlamış oldular.

Ve Vietnam kasabının ODTÜ’yü ziyaretinden tam 44 yıl sonra, Taylan Özgür’ün toprağa karışmasından, 12 Mart’tan, Kızıldere’den, Nurhak’tan, 6 Mayıs’tan, 12 Eylül’den, 28 Şubat’tan, 19 Aralık’tan sonra… Evet evet diğer tüm toplumsal dinamikler gibi ODTÜ ruhunu da doğrudan hedef alan onca tufandan sonra, söylemeyi neredeyse unutmuş olduğumuz o sihirli sözcükleri ağızlarından dökerek, bütün yaralarımızdan yeni bir başlangıç yaratabileceğimizi de gösterdiler:

Evet beyler… Nerede kalmıştık?

Erdinç Yücel

YeniHarman Ocak 2013 sayısında yayımlanmıştır.

yeniharman ocak 2013

 

Bir Cevap Yazın