İSTANBUL’DAN BİR DONALD GEÇTİ

donald
Grafik: Cemal Söyleyen

Gerçekle kurgu arasındaki fark budur. Kurgu, her zaman mantıklı olmak zorundadır.

(The İnternational)

“İstanbul’un kalbi Şişli’de 39 ve 37 katlı 2 adet kuleden ve 62.350 metrekarelik alışveriş merkezinden oluşan Trump Towers İstanbul, 15 yıldır Türkiye’de önemli projelere imza atmış bulunan Brigitte Weber mimarlık ofisi tarafından projelendirildi. 88 farklı tipte, toplam 205 adet bağımsız konuttan oluşan 154 metre yükseklikteki 39 katlı rezidans kulesinde bulunan dairelerin büyüklükleri 680 metrekareye ulaşıyor. 37 katlı ofis kulesi ise farklı ebatlarda bölünebilir ofis katlarından oluşuyor.”

19 Nisan günü Donald Trump, Ivanka Trump, Recep Tayip Erdoğan ve Aydın Doğan’ın da katıldığı törenle açılan Trump Towers İstanbul’a ait web sitesi kendisini bize böyle tanıtıyor. Sitedeki sunum için soğukkanlı ve neredeyse objektif bir dilin tercih edilmiş olması hassas zihnimizde bir parça kaşıntıya neden olmuyor da değil hani. Neyse ki Aydın Doğan var. Ve elbette onun konuşmasını neredeyse olduğu gibi yayımlayan Haber 7 gibi güzide medya kuruluşları… Tören sırasında yaptığı konuşmada, Trump Towers’ın yapımına 2007 yılında başlandığını ve inşaat için 400 milyon dolar harcadıklarını söyleyen Doğan; kompleksin bulunduğu alanın İstanbul’un çok kilit bir noktasında olduğunu, metrobüs ve otobüsler için park yeri ve peronlara ihtiyaç bulunduğunu, Büyükşehir Belediyesi ile yaptıkları işbirliği çerçevesinde 110 bin metrekare otopark alanının 35 bin metrekaresini belediyenin hizmetine verdiklerini, kuleleri metroya bağlamak için yeni projelerin de gündemde olduğunu da belirtmiş. Trump Towers’ın kentsel dönüşüm projesine “mütevazı bir katkı” olduğunu da sözlerine ekleyen Aydın Doğan, artık yıkıp bozan değil, yayıp geliştiren bir zihniyetin gelişmesinden cesaret aldıklarını da vurgulamayı ihmal etmemiş. 28 Şubat’ın amiral gemisi Hürriyet’in patronu ile AKP arasındaki göz yaşartıcı aşk ve nefret ilişkisi belki bu kadarcık bir değinmeyle geçiştirilmeyi hak etmiyorsa da sevgili editörümüzü Yeni Harman’ın bütün sayfalarını bana parsellemeye ikna edene kadar tutku, ihtiras ve entrika dolu bu hikâyeye odaklanmaktan kendimi alıkoymak durumundayım.

Keraane Zinciri

Aydın Doğan’ın güzide ortağı Donald Trump’ı daha yakından tanıyabilmek için Türkiye’deki bir muadilini göstermek gerekseydi bunu yapamazdık. Çünkü o Amerikan basınının kendisine taktığı lakabın hakkını vere vere The Donald olmuştur. Yani şu bildiğimiz Donald’tır o… “Malum Donald”tır.

Malum Donald 1946’da insanlığa bir tepki olarak doğar. Emlak krallığına giden yolda ilk adımlarını emlakçılıkla uğraşan babasının yanında atar. 1973’te New York’ta 18 katlı bir gökdelen inşa ettirir. 290 dairelik bu gökdelen Malum Donald’ın ilk büyük vurgunudur. 70’li yıllar New York için işlerin iyi gittiği yıllar değildir. Şehir canlılığını göz göre göre yitirmektedir. Kötü yönetildiği açık olan belediye ekonomik olarak da oldukça zayıflamıştır. İşte Trump bu ortamda boy gösterir. Büyük arazileri oldukça ucuza kapatmakta, vergi indirimleri ve teşviklerden etkin olarak yararlanarak ekonomik getirisi çok yüksek olan yatırımları çok ucuza yapmaktadır. 1975’te New York’taki Büyük Merkez Garı’nın yanında bulunan harabe haldeki oteli satın alarak yeniledi, yenileme çalışmaları henüz sürerken otelin yarı hissesini Hyatt Oteller zincirine 100 milyon dolara satmayı başardı. Oysa projenin toplam maliyeti bu rakamın hayli altındaydı.

New York’ta peş peşe yaptığı yatırımlarla şehrin görünümünü değiştirmeye başlayan Trump 1983 yılında inşa ettirdiği Trump Tower, imparatorluğunun ilanı gibi sembolik bir anlam taşıyordu. 80’li yılların sonuna gelindiğinde serveti 4 milyar dolara ulaşmıştı ve o asimetrik büyüme stratejisi uyguluyordu. O yıllarda kendi havayolu şirketini kurabilmek için 37 adet Boeing 727’yi 350 milyon dolara satın aldı. 1990 yılında Atlantic City’de inşa ettirdiği Tac Mahal Hotel – Casino ile kumarhane sektöründe de boy göstermiş oluyordu. Ancak özellikle kriz dönemlerindeki agresif yatırım stratejisi yalnızca devasa vurgunlar değil devasa borçlar anlamına da geliyordu. Ve devasa borçlar demek bankacılık sisteminin hayatınızın her alanına doğrudan müdahale edebilmesi demekti. Emlak kralı da olsanız bankacılık sistemine yakayı kaptırmamanız gerekirdi. Bu dönem Malum Donald’ın senede 120 milyon dolar borç faizi ödediği bir dönem oldu, özel masrafları denetim altına alındı ve yıllık kişisel harcamalarının 350 bin dolarcığı geçemeyeceği belirlendi. Bu Trump gibi bir burjuva için adeta felaket anlamına geliyordu. Ama krizleri fırsata çevirmesini bilen iyi bir vurguncu (kendisi oyuncu demeyi tercih edecektir elbette) olarak toparlanması fazla zaman almaz. Zira şu koca dünyada paranın ucunu azıcık gösterdiği durumda, şehrin en merkezi yerini kendisine seve seve ve neredeyse bedavaya tahsis edecek yönetimler bulmakta hiçbir zaman zorluk çekmeyecektir.

You Are Fired

Her ne kadar Filipinler’den Kanada’ya, Türkiye’den Panama’ya pek çok ülkede büyük yatırımları olan bir kapitalist olsa da Donald Trump denildiğinde ilk akla gelen şey 2004 yılından bu yana sunmakta olduğu Çırak (The Apprentice) isimli yarışma programı oluyor. Amerikan NBC kanalında yayınlanan ve ilk bölümünden itibaren ortalama 20 milyon kişinin izlediği yarışmada Trump yarışmacılara değişik iş ve satış stratejileri geliştirmeleri gereken görevler veriyordu. New York’taki Trump Tower’da 13 hafta boyunca kalarak finale erişmeye çabalayan 16 yarışmacı her hafta bir tanesi eksilmek üzere yarışıyor ve nihayet kazanan yarışmacı Trump’ın şirketlerinden birinde yüklü bir maaşla çalışmaya hak kazanıyordu. Burada rekabetin kuralları farklıydı elbet. Diyelim ki New York borsası önünde bardağı 1000 dolara limonata satmanın mümkün olduğu başka bir dünyaydı burası. Kapitalist kurgu kendi gerçeklik simülasyonunu yaratırken mantığa hiç de ihtiyaç duymadığını ima ediyordu adeta. Oysa kurgu kendine özgü mantığıyla işlemeye devam ediyordu.

Yarışmacılar olası birincilik durumunda, bir yıl boyunca kazanacakları yüklü maaşı 13 hafta içinde NBC’ye ve Donald Trump’a fazlasıyla kazandırmakla kalmıyor, her hafta ekranları başına kilitlenen milyonlara, kapitalist harikalar diyarında yapılan bu vaat dolu gezide rehberlik ediyorlardı. Kazanmak kadar kaybetmek de oyunun kuralları arasındaydı elbette. Ve elbette becerikli olanın kazandığı ve beceriksizin elendiği bir gerçeklik boyutuydu bu. Kazananların kazanıyor olması ve kaybedenlerin dibe çekilmesi adaletin ta kendisiydi…

Her hafta elenen yarışmacı Donald Trump’ın “You’re Fired” (kovuldun) sözüyle uğurlanıyordu. Gerçi bu söz bana her zaman “Geleceğe Dönüş” filmini hatırlatmıştır ama The Apprentice’ten sonra neredeyse bir “You Are Fired” sektörü oluştuğunu da belirtmeden geçmemek gerek. “You’re Fired”lı tişörtler, kupalar, anahtarlıklar ve daha neler neler piyasada boy gösteriyordu artık. Amerika’da on binlerce insan vedalaşırken “bye” değil “you are fired” diye sesleniyorlardı birbirlerine…

Tüm Amerikan reality show’larında olduğu gibi The Apprentice’in uyarlamaları da dünyanın pek çok ülkesinde yayına girmekte gecikmedi. Çırak’ın 2005’te başlayan Türkiye macerasında ise sunucu olarak dönemin TÜSİAD başkanı Tuncay Özilhan ekran karşısına çıkmıştı. Adı aylardır Sinop’un Gerze ilçesinde Gerze halkına rağmen kurulmak istenen HES sayesinde sık sık gündeme gelen Anadolu Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, Donald Trump kadar akılda kalıcı bir performans sergileyemediğinden olsa gerek Çırak programı Türkiye’de kısa ömürlü oldu.

Garajda Jaguar, Yatakta Kaplan, Evlilikte Eşek…

Donald Trump’ın kameralarla ilişkisi yalnızca The Apprentice macerasıyla sınırlı kalmadı. Golf Channel’da “Trump’s Fabulous World of Golf “ isimli yarışma programında da, Amerika’nın ünlü sit-com dizilerinden “The Fresh Prince of Bel-Air”de de, yine Amerika’nın en ünlü soap operalarından “Days of our Lives“ te de ve elbette The Simpsons’ta da  ona rastlamak mümkündü. Yan rollerde kamera karşısına geçtiği otuza yakın film arasında  Home Alone 2 (Evde Tek başına 2), Wall Street: Money Never Sleeps (Borsa: Para Asla Uyumaz), Two Weeks Notice (Aşka İki Hafta) ilk akla gelenler oldu.

Kendisine soracak olursanız o, garajda jaguar, omuzda vizon, yatakta kaplan, evlilikte eşektir. Anlamak için dahi olmaya hiç de gerek yoktur elbette. Hızlı bir özet geçerek anlatılan ve anlatılamayan onca şey arasında Donald Trump’ı karakterize eden şey elbette muktedirin rahatlığıdır. Kadınları, siyahları, transeksüelleri ya da dünyanın geri kalanını aşağılarken alkışlanmaya ve para kazanmaya devam edecektir o.

Çünkü gerçeğin mantığa ihtiyacı yoktur. Çünkü Donald Trump kendine özgü bir kişidir ama yalnızca bir kişi de değildir. Bir prototiptir o… Bu betondan uygarlıkta parmak izleri vardır onun. Tasarımcıdır. Ve de oyuncu… O, şöhretler kaldırımında bir yıldız, kitapçı raflarında best seller, Emmy ödülü törenlerinde bir çiftçi, yeşil çimenlerde bir golf oyuncusu, kilisede inançlı bir presbiteryen, Amerikan siyasal sisteminde sıkı bir cumhuriyetçidir. O; “Kimseye güvenmeyin. Unutmayın ki en yakın arkadaşınız bile karınızı ya da paranızı elinizden almak isteyebilir” diyen yaşam koçunuzdur. O, karınızı ya da paranızı elinizden almaktan bir saniye bile geri durmayacak olan arkadaşınızdır. O, Egemen Bağış’ın New York Belediye Başkan adayıdır. O, ağzından çıkan zırvaları paraya çevirebilecek kadar iyi bir girişimcidir. Ve bu yüzden İstanbul’da Aydın Doğan ve Tayyip Erdoğan’ı mutlu mesut yan yana getirirken el üstünde tutulan kişidir. O, Malum Donald’tır…

Kişisel Boeing 757’sine binip ülkesine dönmüş olsa da Boğaz’a gökdelen otel dikmek üzere geri gelecektir.

Erdinç Yücel 

YeniHarman Mayıs 2012 sayısında yayımlanmıştır.

donald-trump

“İSTANBUL’DAN BİR DONALD GEÇTİ” için 1 yorum

Bir Cevap Yazın