Masumiyet

Çocuklardan biliriz. Dağarcığa eklenen her yeni kelime, yerli yersiz tekrarlanarak içselleştirilir. Çocuğun dilinde beliren her yenilik… Kazanılan her beceri filan kısa zamanda ebeveynlerin neşe kaynağı haline gelmiş olur.

“Baba dedi baba…”

“Şu amcana bir küfret bakayım çocuğum…”

“Pipini göster, pipini…”

Muktedirlerin, hukuku keşfi de memleket sathında böyle bir etkiye neden olmuş görünüyor. Genel Kurmay Karargâhı, Milli İstihbarat Teşkilatı, hükümet partisi, muhalefet partileri birleşmiş, masumiyet karinesinden söz ediyorlar… Her kurum, her fırsatta hukuka olan inancını gösterir gibi… Dost meclislerini şenlendiren bir teşhir yarışı yaşanmakta…

Şimdi, devletin en tepesinden kahvehane köşelerine kadar, memleketin dört köşesinde okuma bayramımızı kutlar gibiyiz. Omzu kalabalık üniformaların göğüslerine kırmızı kurdeleler takmanın tam sırası.

Andıçlarla ve nedense bir türlü adı açıklanmayan yetkililerin demeçleriyle geçen yılların… Küfürbaz manşetlerin… “Tarikat şeyhlerinin” yatak odalarına dalan 28 Şubat kameralarının… Ana muhalefet liderinin yatak odasına iliştirilen gizli kameraların… Kozmik odalara kadar uzanıveren ortam dinlemelerinin… Linç kampanyalarının filan failleri uzaydan gelmiş olsa gerek ki, herkes temel hukuk ilkelerinden söz ediyor bugünlerde… İnsan haklarından… Evrensel normlardan…

Dün bütün ülkeyi dinleyebilmek için ucu açık hâkim kararları çıkartanlar bugün telekulaklardan şikâyet etmekte…

Bir süredir Silivri’de ikamet eden, namlı sınır bekçilerinin iki – üç yıldır tutuklu yargılanıyor oluşu da tutukluluğun bir tedbir olduğunu nihayet hatırlatmış oldu köşe tutucularımıza. Uzun süreli tutukluluğun fiilen infaza dönüşmüş sayılacağını anlamış oldular. Oysa hapishanelerdeki yüz otuz bin kişiden yetmiş bininin tutuklu olduğu bir ülkede yaşıyor olmamızın hiçbir önemi yoktur onlar için. On yıl, on beş yıl süresince tutuklu olarak yargılanan yüzlerce kişinin şimdiye kadar haber değeri taşımamış olması da önemsizdir.

O çok vahlandıkları mağduriyet hallerinin hangi yasal dayanaklara sahip olduğunu anlatmazlar nedense… O yasaların çıkarılması için yumruğu masaya nasıl vurduklarından söz etmezler hiç…

Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin görev alanına giren dosyalarda, tutukluluk süresinin on yılla “sınırlandırılmış” olması değildir onları rahatsız eden. Tutukluluk süresini on yılla “sınırlayan” yasanın bile el birliği ile tam beş yıl geciktirilerek yürürlüğe sokulabilmiş olması önemsiz bir detaydır sadece… “Masumiyet karinesi” yalnızca kontrgerilla mensupları için geçerli bir ilkedir onların lügatinde. Ulusalcısıyla, liberaliyle, ılımlı – ılımsız İslamcısıyla  Büşra Ersanlı’nın eniştesi konusunda anlaşabilmektedirler pekâlâ… Uludere’deki “talihsiz kaza”dan gayrı her türlü şiddete karşı olma noktasında yekvücutturlar… F16 bombardımanıyla ölen 12’lik çocukların kayıp parçaları, kolları bacakları değilse bile, tabutlarındaki bez parçaları vahşettir onlar için.

Çünkü onlar sınır bekçilerimizdir bizim. Hayat dairemizin sınırlarını belirleyen bütün o yasa ve yasakların yılmaz bekçileri… Algımızı çevreleyen tel örgülerin nöbetçileridir onlar…

Çok içliler bir süredir. Mazlum hissediyorlar kendilerini…

Hep bağırarak konuşuyorlar… Çünkü yüksek volümün, haklılık göstergesi olduğuna iman etmişler şimdiye kadar. Her fısıltıyı copla, süngüyle, hapishane duvarlarıyla filan bastırmayı adet edinmelerinin sebebi bu olsa gerekir.

Hep bağırarak konuşuyorlar… Çünkü ne kadar bağırırlarsa bağırsınlar seslerini bir türlü duyuramamaktan şikâyetçiler…

Bir kısmı “Karnını kaşıyan adam”lara, “bidon kafalılar”a filan dertlerini anlatamamaktan muzdarip görünüyor. Diğerleri arka bahçenin otlarından yakınmakta…

O zaman, meseleyi mümkün olan en yalın biçimde özetlemek gerekir.

Bazı devlet görevlilerinin, başımıza nice çoraplar ördüğünü belirten iddianameler bir tarafta… Kötü niyetli bir takım subayların ve yüksek yargı mensuplarının icraatlarından bahsediyor bu senaryolar…

Diğer tarafta, başka bazı devlet görevlilerinin, bazı üst rütbeli subaylara, savcılara, yüksek yargı mensuplarına filan komplolar düzenleyip sahte deliller üreterek mahkûm ettirmeye çalıştıkları söylenmekte… Kötü niyetli bazı polislerin ve savcıların icraatlarından bahsediyor bu senaryolar da…

Ve biz arka bahçenin otları, karnını kaşıyan adamlar, bidon kafalılar, tinerciler filan on yıllardır kafamıza bastırıp duran postalları unutuverip muktedirlerin acıklı mağduriyet masallarını dinleyerek saflaşıyor, yeri geldiğinde hınçla dolup, yeri geldiğinde acılara gark ediliyoruz… Orada burada topraktan fışkırıp duran “hayvan kemikleri” bize ait değilmiş gibi mesela… Sandalyeden düşüp ölüverenler, hayatına 36 bin lira fiyat biçilenler, 26 koca adamın tecavüzüne uğrayıp bir de üstüne suçlu ilan edilen 13 yaşındaki çocuklar bizler değilmişiz gibi… Mevzubahis vatansa anlatılan yalnız onların hikâyeleri oluyor…

Ve sonrası… Ortam dinlemeleri… Tutuklamalar… Hâkim karşısına çıkarılmadan aylarca beklemeler… Masumiyet karinesinin keşfi… Hukukun üstünlüğü… Adil yargılama hakkı muhabbetleri…

Muktedirlerin mağduriyeti…

Tüm bu hır gür içinde hapishanelerde yetmiş bin tutuklu, masumiyet karinesinin kendileri için de hatırlanacağı günü beklemekte.

Devletin pipisini görmekten bıkmış tüm “yurttaşların” ses verme zamanı gelmedi mi artık…

“Evrensel normlarını göster, evrensel normlarını…”

Bir Cevap Yazın