MEDENİYYET DEDİĞİN…

Gencecik bir insanın, “devlet konuk evleri”nde dövüle dövüle, kafası demir kapılara vurula vurula öldürülmesinden sonra hayretimiz henüz çok taze. Hâlâ dumanı tütüyor şaşkınlığımızın.

Devlet özür diler mi? Dilermiş… Diler elbet…

Vatandaş unutur mu? Unuturmuş… Unutur elbet. Neyi unutmadı ki?

Muasır medeniyetler seviyesine bir kez çıktınız mı kolay kolay inemezsiniz. Olağandır bunlar. Bi nevi ayraçtır. Ölçüttür. Turnusol kâğıdıdır hatta.

Her devlet tebaanı sıra dayağından geçirir bir zaman. Sıra dayakları, duvar önünde tek ayak bekletmeler, topuk koparanlar, buda cop, enseye kurşunlar filan… Şaşırtıcı değildir hiçbirimiz için.

14 yaşındaki çocuğa bas kurşunu enseden ve “dur ihtarına uymadı” de gitsin… Normaldir… Sıradandır… Alıştığımız gibidir…

Alışık olmadığımız şey 14’lük çocuğun “temiz” çıktığının valilikçe açıklanmış olmasıdır. Maazallah ailesinin yeşil kartları filan iptal edilmeyecektir. Sürüm sürüm süründürülmeyeceklerdir çocukları enseden bir kurşuncuk yedi diye.

İşte muasır medeniyetler seviyesinin hayatımıza kattığı yeni tat.

Medeni devlet dediğin inkârcı değil ikrarcıdır. Ağzında bakla ıslanmaz. “Yaptık” der; “şartlar onu gerektiriyordu…”

Özür dilemeyi de bilir yeri gelirse; “Hadi yapmış çocuklar bir cahillik unutalım gitsin işte…”

Tertemiz sayfalar açar tebaanın önünde devlet baba. Bal dök yala adeta…

Şiddet tekeli olduğunun bilincindedir medeni devlet. Her doğan yeni günde ve zırt pırt bunu ispata ihtiyaç duymaz o.

Özür dilemeyi bilen Adalet Bakanı “Ben devletime katil dedirtmem!” diye kükremeyi de bilir. Bilmelidir.

Çünkü en içimizden, en derinimizden, en dehşetli halimizle biliriz ki; devlet için kurşun atan da onun için kurşun yiyen kadar şereflidir. Eli silah tutan sığ vatan evlatlarıyla bile hatıra pozu vermek için kuyruklara giren her kamu görevlisi vakıftır buna.

1.000 (yazıyla ve kocaman harflerle BİN) kişiyi öldürdüm bu devlet için” ifadesi bir katilin pişmanlığını değil, aldatılmış bir kocanın isyanını imler bu yüzden bu topraklarda.

İki çocuğunun annesi… İmam nikâhlı karısıyla kıydığı resmi nikâhtan drama çıkaran TV kanalları bu nikâhtaki derin ironiyi göremez belki. Hiçbir emniyet mensubunun katılmadığı törene odaklanır onlar. Bir PKK itirafçısının; “O aslında gül gibi bi insandır” mealindeki dabıl (hani duble derler ya güzel öztürkçemizde; çiftekavrulmuş anlamına gelir…) şahitliğine odaklanırlar. BİN kişiyi öldürdüğünü göğsünü gere gere anlatan bir seri vatanseverin nikâh şahitliğini, kendisiyle aynı derinlikte boy veriveren bir itirafçının yapmış olmasında bir ironi yoktur.

Bilen bilir. Burası Türkiye’dir.

İmam nikâhlı karısına resmi nikâhı (ki devlet nikâhı deriz ona biz eş dost arasında) basmak için, devletle yüzükleri atmayı beklemiş olması enn derininden bir ironi ve kocaman bir sadakat gösterisi değilse nedir?

“Seda Sayan’la sabah sabah” ya da “Esra Ceyhan’la iyi saatlerde olsunlar” programlarındansa Ana Haber Bültenlerini tercih eder memleketin her seri vatanseveri… Bellidir… Ayan beyandır…

Ancak unutulan bişeyler vardır. Bu memleket, bunca dolmuş taşmış evlatlarını yabana atmamalıdır. “Aldatılmış Koca Yakarıyor” programıyla onore edilmelerinin zamanı gelmiş de geçmektedir.

Çünkü onlar yalnız değildir. Mağduriyet edebiyatı yalnızca muteberlerin derin gırtlaklarında biriken hıçkırık değildir. Olmamalıdır da.

Muasır medeniyet, muktedirlerin de mağdur koca edasıyla ağlayabildikleri bir düzlemdir.

Tanrı Devlet ölmüştür artık. Mağdur devletli alır şimdi onun yerini.

Milli devletimizi böyle kurduk” cümlesindeki ceset soğukluğunun tehcir ve mübadele sırasındaki talihsiz kazalarla tarihsel bir ilintisi olup olmadığını bırakırız tarihçiler tartışırlar kendi aralarında… Kapalı kapılar ardında…

İşte o ceset soğukluğunu, “Asacaksanız beni asın. Aman devletime dokunmayın.”  yakarışıyla ılıtmak için zaruridir “Aldatılmış Koca Yakarıyor” programı…

Muasır medeniyyetler seviyesi hayatımızı işte böyle renklendirir… Hüsnü şenlendirir… Enn derininden Yeşil’lendirir…

Çünkü muasır medeniyyetler seviyesinde devlet; dövmesini de, sevmesini de, özür dilemesini de bilen ve dahi tadında bırakabilendir.

Tadında bırakmayı bilmese sonumuz ne olurdu sahi?

Ve sahi Atina kaç taş atımı uzağımızda ki?

İstanbul – Aralık 2008

 

*Grafik: Turgay Tüysüz (Radikal)

Bir Cevap Yazın