MEMLEKETİN ÇİVİSİ

Hani memleketin çivisi çıktı derler ya… Dünkü kahvehane muhabbetlerinin bugün somut durumun somut tahliline dönüşmüş olması bir parça ironik geliyor kulağa. Herkesin “ezber bozuculuk”  yarışına girdiği bir dönemde, gerçeklikle ilişkimiz de giderek biraz daha bozuluyor sanki…

Eskiden her fırsatta gominislere Moskova bileti satmaya çalışan ihracatçılarımız vardı. Sonra onlara Türkiye’nin İran olmayacağını söyleyip duran falcılarımız eklenmişti. Bir zaman sonra bunlar kendilerine ulusalcı demeye başladılar ve dünkü düşmanlar Rusya ve İranla ittifak çağrıları gelmeye başladı o cenahtan… Türkiye İran olmayacaktı ama İran müttefikimiz olacaktı artık. Sonra geleneksel demir dövme törenlerinin en hevesli katılımcıları demir kapıları dövmeye başladılar birer birer… Tutukluluk denilen “tedbir”in cezalandırmaya döndüğünü söyleyen insan hakları aktivistleri olmuştu artık her biri… 5 yıldızlı Otel Tipi hapishanelerin birer zulüm yuvası olduğunu Tuncay Özkan’dan duymak ezber bozmazdı da ne yapardı hani… Emekli Tuğgeneral Veli Küçük hazretlerinin “devlet bana komplo kurdu” sözlerinin gözlerimizi yaşartmaması ne mümkündü… Bir zamanlar memleketteki her telefonu dinleyebilmek için ucu açık hâkim kararları çıkarıp duran askeri yetkililer koca kulaklardan şikâyet ederken “her yerine demokrasi gelmiş memleketimin” diyesimiz gelmesin miydi yani… Düşünün ki Nazım’ın mezarı başında resmi anma törenleri düzenlenebiliyordu artık. Ezber bozma yarışında iş fotofinişe kalacak gibiydi sanki… Emekli generallerimizden birinin; “Irak’ta Kürdistan kuruldu. Bizim yapmamız gereken şey, onları fiilen kurulmuş olan bu devleti ilan etmeye zorlamak ve herkesten önce tanımaktır” dediğini duymuş bir nesildik artık biz… Taze külhanlarımızdan Serdar Ortaç’ın aklı kemale erince Kürtçe şarkı da okuyabileceğini gazetelerde görmek bile şaşırtmazdı artık bizi…

Kısa zamanda öyle çok bozdular ki ezberimizi, nerede yaşadığımızı unutur olduk. Kendisini basbayağı “yurttaş” filan gibi görenler bile çıkmaya başlamıştı artık aramızdan. Düşünün ki yolda çevirip kimlik soran sivillerden kimlik göstermelerini isteyecek kadar kendini kaptıranlar vardı bu işe… Amerikan filmlerindeki gibi tıpkı… Kapısını çalan devlet görevlilerinden arama izni soranlarımız var düşünün… Memleketin çivisi çıktı dediklerinde gel de inanma…

Oysa başımızı nereye çevirsek “ezber bozuculara” tosladığımız bu dükkânda birilerinin bize “devletin ezberleri ne durumda” diye sorması gerekiyordu aslında. Neyse ki hapishaneler var… Pek saygıdeğer Adalet Bakanı, Lokman Laçin isimli tutuklunun Sincan F Tipi Hapishanesine sevki sırasında çıplak aramaya karşı direnirken kolunun kırılması olayına açıklık getirirken hatırlatıyor bize, devletin ezberinin yerli yerinde durduğunu… Tüzükte yeri varmış hapishanelerde “beden çukurlarınızı” didiklemelerinin… Alın size şeffaf devlet…

Üzerinizde yasak madde ya da eşya bulundurduğunuza dair makul ve ciddi emarelerin varlığı halinde kurumun en üst amiri gerekli görürse “beden çukurlarınızda” arama yapılabilirmiş. Kolunuzun kırılması da ihtimaller dâhilinde… 19 Aralık 2000’den beri hapishanelere adım atan her tutuklunun üzerinde yasak madde ya da eşya olduğundan ciddi ciddi şüphelendiklerinden olsa gerek, soyarak aramanın bir devlet geleneğine dönüştüğünü bilmem söylemeye gerek var mı? Alın size demokratik açılım…

Makul ve ciddi şüphe nedir diye merak edenler olduysa; söze başladığımız yeri unutmamalı… Koskoca memleketin çivisi yerin dibine girmedi ya… Birileri onu bir yerlerde saklıyor olmalı. Alın size makul ve ciddi şüphe…

Hani ne olacak bu memleketin hali derler ya… Memleketin halinden ne zaman sual olunsa doğru cevap hep o dört duvar arasındadır… Varlığımızın varlığına kurban edildiği bu cinnet vatanda hepimiz birer mahkûmuz nasılsa…

İstanbul – Haziran 2010

Bir Cevap Yazın