Yeni Başlayanlar ve Pensilvanya’da Yaşayanlar İçin Türkçe

şakirt – di
isim (Şakirt) Farsça şāgird شاگرد
Öğrenci, talebe, çırak
Eski Farsça: Aşagard – Soğdca: Aşkart (Takip etme – Peşinden Gitme)
Ermenice: aşakert > aşagerd աշակերտ (öğrenci) 

askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. ama onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat.
(fethullah gülen – 16 Nisan 1997’de kanal d’den yalçın doğan’a verdiği röportaj)

şakirt; türkçe’ye tahminen 13. yüzyılda farça’dan girmiş olan bir kelimedir. öğrenci – çırak anlamına gelir. tıpkı fert ve mert gibi sonundaki -d harfi sertleşerek -t’ye dönüşmüştür. yine türkçe’nin enteresan kurallarına göre yanına sesli harf ekleyecek olursanız -t’sini yumuşatmanız gerekir. misal şakirti …. diyemezsiniz. şakirdi … diyebilirsiniz.

ermenice’deki aşagerd kelimesi de yine farsçadan bu dile girip dönüşmüştür.

etimoloji dediğimiz olay bütün meseleleri bağlamına oturtabilmek için biçilmiş kaftandır. sözlerin kökenini takip ederseniz bir şeyin ne olup ne olmadığını da daha kolay teşhis edebilirsiniz. mesela eğitmek sözcüğü eski türkçe’de (orta asya türkçesi) hayvan – köle bağlamak manasındaki iğitmekten gelir. yani atalarımız bugünleri iki – üç bin yıl önce görerek çocukların algısına sıçma faaliyeti olan eğitimin muhtevasını bize açıklamışlardır. aynı şekilde şakirt kelimesi ile şikâr kelimesinin aynı kökten gelmesi manidardır. şikar av hayvanı anlamına gelir. zamanla avlanmak fiili yerine de kullanılmaya başlanmıştır. birbirine şakirt diye hitap eden bazı genç arkadaşlarımız biraz kafalarını çalıştırırlarsa kimin şikar’ı (av hayvanı) olduklarını algılayabilirler aslında. zira amerika’da yaşayan müslüman öğrencilerin bile fişlendiği, rahat bırakılmadığı islamofobik bir ortamda pensilvanya’lardan memleket yöneten adamların hoş görülebilmesi tesadüf olamaz.

tesadüf demişken şakirt arkadaşlarımızın içlerinden tevafuk diye beni düzelttiklerini biliyorum. doğrudur. abd’nin soğuk savaş sonrası, sovyetleri islam devletleriyle kuşatmayı amaçlayan yeşil kuşak projesi rafa kaldırılmıştı. çünkü onların artık daha kaygan, daha işlek bir kapitalist entegrasyona ihtiyaçları vardı. bu nedenle de ılımlı islam modelini gündeme getirdiler. artık kapitalizme uyum sağlamış, iyi tüketici müslümanlara ihtiyaç vardı. medeniyetler çatışması değil, medeniyetler ittifakına ihtiyaç vardı. hocaefendi’nin tavrının tarzının bu ihtiyaca yanıt veriyor olması, aynı zamanda kendisinin genç yaşlarda özel harp eğitimi almış bulunması, 28 şubat darbesini desteklemesi ve aynı zamanda abd’de hüsn-ü kabul buyurulmuş olması elbette bir tesadüf olamazdı. buna biz dostlar arasında tevafuk (cuk diye oturma, birbirine uygun düşme, rast gelme) diyoruz. sizin kafanızda mehdi (yol gösterilmiş olan, doğru yolu izleyen) olarak şekillenen bir adamın deccal (aramice daggala kandırıcı, sahteci) olma olasılığı üstüne bir düşünmeniz gerekmez mi? zira biliyoruz ki deccal ortaya çıktığı vakit doğruyu yanlış, yanlışı doğru, cenneti cehennem ve cehennemi cennet olarak göstermeyi başarabilecektir. ve mehdi‘den farklı olarak büyük bir çoğunluğu tesiri altına alacaktır…

gün gelir dumrul dediydi dersiniz. dikkat edin çocuklar.

Bir Cevap Yazın